******************************************************************************************************************************************
Bu Sitedeki Tüm Yazılar Ücretsizdir. Sadece Sizden İstediğimiz "Allah Bu Siteyi Hazırlayandan Razı Olsun" Amin... Demenizdir.
************************************************************************************************************************************ www.odeveson.blogspot.com adresindeki yazı ve makalelerin Kaynak göstermeksizin Tamamı veya Bir Kısmının KOPYALANMASI YASAKTIR.
15 Şubat 2009 Pazar Gönderen admin 0 yorum
ALLAH NEREDE?
 
AKIL BİR MAHLUKTUR, HALIKINI İHATA EDEMEZ 
 

Nerede sorusu bir mekanı yani yeri akla getiriyor. Oysa mekan, maddi varlıklar için söz konusudur. Allah nerede, şeklindeki bir soru Allah’da diğer varlıklar gibidir, onların bir mekanı vardır, şu halde Allah’ın da bir mekanı olmalıdır mantığının ürünüdür. Eğer Rabbimizi bir maddi varlık gibi düşünürsek daha baştan yanlış yapar ve çıkmaza gireriz.

İnsanın hayaline gelen ne olursa olsun, o Allah değildir.! Çünkü insanın hayali sınırlıdır. Sınırlı olan sonsuz olanı içine alamaz. İnsan ancak yaratılmış olanları hayal veya tasavvur edebilir. Allah ise, yarattıklarına benzemez. Bütün varlıklar Allah tarafından var edilmiştir. Oysa Allah ezelidir, yani varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. Bir kudsi hadiste “Allah vardı ve beraberinde hiçbir şey yoktu” deniliyor. Ne madde, ne cisim, ne hareket, ne zaman, ne mekan ... Maddi ve cismani olmayan için yer tasavvuru batıldır, anlamsızdır.

Kainatın bir sınırı var değil mi? “Elbette” Peki kainatın bittiği sınırın ötesinde ne var? “Bizce hiç bir şey”. Allah kainatın içinde mi? “Hayır. Ustayı eserin içinde aramamalı. Yaradan, yaratılanın içinde olamaz.” “Ama Allah ne kainatın içindedir, ne de sınırın ötesinde bir yerde.” Hem Allah var diyorum, hem de ne kainatın içinde, ne de dışında olmadığını söylüyorum. Tezat gibi görünüyor değil mi? Halbuki Allah ne maddedir, ne de cisimdir ve ne de yer tutar. Bizi yanıltan nokta şudur: Aklımız her varlığın mutlaka bir mekanda olması gerektiğini düşünüyor. Çünkü, daima bir mekanda olan, yer tutan varlıklarla karşılaşmış. Mekanı olmayan bir varlığı tasavvur edemiyor.

Allah mekandan münezzeh olmakla beraber isimlerinin ve sıfatlarının tecellileri, yani görünümleriyle her yerdedir. Akıl O'nun zatını kavrayamaz, ancak varlığını anlayabilir. İsimlerini, sıfatlarını ve şuunatını(haller-keyfiyeti) kuşatamaz, fakat onların var olduğunu bilebilir. "Nerden bilecek?" Eserlerinden... Her varlık sanatlı bir eserdir. her eser gibi sanatkarını gösterir. Kainat da bir büyük eserdir ve o da ustasının şahididir. Çevremizde gördüğümüz her varlık ölçülü, düzenli ve süslü haliyle bize Rabbimizi anlatan birer mektuptur. Yeter ki okumayı bilelim...

Şu halde biz bu eserlere bakarak O’nun isimlerini ve sıfatlarını istediğimiz kadar düşünebiliriz, ama zatını düşünmemiz mümkün değildir.

Bu konu da Bediüzzaman Said Nursi Hz ne diyor bir Bakalım:

Ey nefs-i nâdan! Diyorsun ki: "Ehadiyet-i Zât-ı İlahiye ile külliyet-i ef'ali ve vahdet-i şahsiyesiyle muinsiz umumiyet-i rububiyeti ve ferdaniyeti ile şeriksiz şümul-ü tasarrufatı ve mekândan münezzehi yetiyle her yerde hazır bulunması ve nihayetsiz ulviyetiyle her şeye yakın olması ve birliği ile her işi bizzât elinde tutması; hakaik-i Kur'an'iyedendir. Kur'an ise hakîmdir. Hakîm ise, akıl kabul etmeyen şeyleri akla tahmil etmez. Akıl ise, zahirî bir münafatı görüyor. Aklı teslime sevk edecek bir izah isterim."

Elcevab: Madem öyledir, itminan için istersen, biz de Kur'an'ın feyzine istinaden diyoruz: İsm-i Nur, çok müşkilatımızı halletmiş; inşâallah bunu da halleder. Akla vâzıh, kalbe nuranî olacak temsil yolunu ihtiyar ile İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi deriz:

(Ben ne geceyim, ne de geceye kulluk ederim. Ben bir hakikat güneşinin hadimiyim ki, size ondan haber getiriyorum)

Temsil, i'caz-ı Kur'an'ın en parlak bir âyinesi olduğundan, biz dahi bir temsil ile şu sırra bakacağız. Şöyle ki:

Bir tek zât, muhtelif meraya vasıtasıyla külliyet kesbeder. Cüz'î-yi hakikî iken, umumî şuunata mâlik bir küllî hükmüne geçer. Meselâ: Şems bir cüz'î-yi müşahhas iken, eşya-yı şeffafe vasıtasıyla öyle bir küllî hükmüne geçer ki, rûy-i zemini timsalleriyle, akisleriyle dolduruyor. Hattâ katarat ve parlak zerrat adedince cilveleri bulunuyor. Güneşin harareti ve ziyası ve ziyanın içinde olan yedi renkli elvan-ı seb'ası, herbirisi mukabilindeki eşyaya muhit, âmm ve şamil oldukları halde; her bir şeffaf şey dahi güneşin timsaliyle beraber harareti, hem ziyayı, hem elvan-ı seb'ayı göz bebeğinde saklıyor. Ve safi kalbini ona bir taht yapıyor. Demek Şems, vâhidiyet haysiyetiyle ona mukabil umum eşyaya muhit olduğu gibi, ehadiyet cihetiyle her bir şeyde Güneş çok vasıflarıyla beraber bir nevi cilve-i zâtıyla bulunur. Madem temsilden temessül bahsine geçtik. Temessülün çok enva'ından şu mes'eleye medar olacak üç nev'ine işaret ederiz.

Birincisi: Kesif, maddî şeylerin akisleridir. O akisler hem gayrdır, ayn değil. Hem mevattır, ölüdür. Hüviyet-i suriyesinden başka hiçbir hasiyete mâlik değil. Meselâ sen âyineler mahzenine girsen, bir Said binler Said olur. Fakat zîhayat yalnız sensin, ötekiler ölüdürler. Hayat hassaları onlarda yoktur.

İkincisi: Maddî nuraninin akisleridir. Şu akis ayn değil, fakat gayr da değil. Mahiyeti tutmuyor, fakat o nuraninin ekser hasiyetlerine mâliktir. Onun gibi hayy sayılıyor. Meselâ: Şems dünyaya girdi. Her bir âyinede aksini gösterdi. O akislerin her birinde, Güneş'in hassaları hükmünde olan ziya ve ziyadaki elvan-ı seb'a bulunuyor. Eğer faraza Güneş zîşuur olsa idi, harareti ayn-ı kudreti, ziyası ayn-ı ilmi, elvan-ı seb'ası sıfat-ı seb'ası olsa idi; o vakit o tek ve yekta bir güneş, bir anda her bir âyinede bulunur, herbirisini kendine bir arş ve bir çeşit telefon yapabilirdi. Birbirine mani olmazdı. Herbirimizle âyinemiz vasıtasıyla görüşebilirdi. Biz ondan uzak iken, o bize bizden daha yakın olurdu.

Üçüncüsü: Nurani ruhların aksidir. Şu akis, hem hayydır hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefs-ül emriyesini tamamen tutmuyor. Meselâ: Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, Dıhye suretinde huzur-u Nebevîde bulunduğu bir anda, huzur-u İlahîde haşmetli kanatlarıyla Arş-ı A'zam'ın önünde secdeye gider. Hem o anda hesabsız yerlerde bulunur, evamir-i İlahiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş bir işe mani olmazdı. İşte şu sırdandır ki; mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salavatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirisine mani olmaz. Hattâ evliyadan, ziyade nuraniyet kesbeden ve ebdal denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zât, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş. Evet nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misalin bazı mevcudatı âyine hükmünde ve berk ve hayal sür'atinde bir vasıta-i seyr ü seyahat suretine geçerler ve o ruhanîler hayal sür'atiyle o meraya-yı nazifede, o menazil-i latifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler. Madem Güneş gibi âciz ve müsahhar mahluklar ve ruhanî gibi madde ile mukayyed nim-nurani masnu'lar, nuraniyet sırrıyla bir yerde iken pek çok yerlerde bulunabilirler. Mukayyed bir cüz'î iken, mutlak bir küllî hükmünü alırlar. Bir anda cüz'î bir ihtiyar ile pek çok işleri yapabilirler.

Acaba, maddeden mücerred ve muallâ ve tahdid-i kayd ve zulmet-i kesafetten münezzeh ve müberra ve şu umum envâr ve bütün nuraniyat onun envâr-ı kudsiye-i esmasının bir kesif zılali ve umum vücud ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i misal nim-şeffaf bir âyine-i cemali ve sıfâtı muhita ve şuunatı külliye olan bir Zât-ı Akdes'in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecelli-i sıfâtı ve cilve-i ef'ali içindeki teveccüh-ü ehadiyetinden hangi şey saklanabilir, hangi iş ağır gelebilir, hangi şey gizlenebilir, hangi ferd uzak kalabilir, hangi şahsiyet külliyet kesbetmeden ona yanaşabilir?

Evet nasıl Güneş kayıdsız nuru, maddesiz aksi vasıtasıyla sana, senin göz bebeğinden daha yakın olduğu halde; sen mukayyed olduğun için ondan gayet uzaksın. Ona yanaşmak için, çok kayıdlardan tecerrüd etmek, çok meratib-i külliyeden geçmek lâzım gelir. Âdeta manen yer kadar büyüyüp, Kamer kadar yükselip, sonra doğrudan doğruya Güneşin mertebe-i asliyesine bir derece yanaşabilir ve perdesiz görüşebilirsin. Öyle de: Celil-i Zülcemal, Cemil-i Zülkemal sana gayet yakındır, sen ondan gayet uzaksın. Kalbin kuvveti, aklın ulviyeti varsa; temsildeki noktaları, hakikata tatbike çalış.(Sözler 16. söz 1.şua)

Etiketler:
7 Şubat 2009 Cumartesi Gönderen admin 0 yorum
Yeni Teknoloji Kısaltmalar Ve Açılımları
ABC (Active Body Control): Otomobilin yanlara, öne ve geriye doğru kasılmasını engelleyen Mercedes patentli hidra-elektronik sistem.

ABS (Anti Block System): Sert frenaj da veya kaygan zemin üzerinde tekerleklerin kilitlendiğini sensörler yardımı ile algılayan, milisaniyeler içinde fren disklerinin tekerleklerin tutunma işlemi başlayıncaya kadar sıkılıp boşaltılmalarını ve bu sayede sürücünün en zorlu şartlarda bile direksiyon hakimiyetini korumasını sağlayan elektronik sistem. Ani frenajlar da cisimden kurtulmaya olanak sağlayan ABS birçok otomobil markası tarafından standart ve isteğe bağlı olarak kullanılıyor.

AFS (Active Fahrwerks Stabilierung): Temel olarak ABC ile ayni işlevi görür. Sistem Citroen Xantia Activa´da kullanılmaktadır.

AKTIF GÜVENLIK: Otomobilin kaza pozisyonuna girmesini engellemeye çalışan ve güvenliği arttıran elemanların tümü. ABS ve BAS sistemlerine sahip frenler, yol tutusu maksimize eden ESP, gelişmiş süspansiyon sistemi, iyi durumdaki lastikler gibi faktörler.

ALB (Anti Lock Brakes): ABS´nin ilk ve basit sekli. Kızaklayan tekerlekleri hızlı ritimde bırakıp tekrar tutan fren sistemi.

ASC+T (Automatische Stabilitäts Control+Traktion): BMW´de kullanılan elektronik çekiş kontrol sistemi olup, sürekli arka tekerleklerin durumunu gözlemleyerek bir kayma olup olmadığını denetler. Arka tekerleklerde bir kayma olursa ASC+T devreye girip frenleri ve motoru kontrol ederek otomobilin yolda kalmasını sağlar.
ASR(Anti patinaj sistemi):
BAS (Brake Assist System): Panik frenlemede fren hidroliği içindeki basıncı arttıran ve her tekerde eşit fren gücünün oluşmasını sağlayan sistem.

CABRIOLET (Cabrio): Normal dört kişilik binek otomobillerin üstü tümüyle açılabilen karoser tipi.

CBC (Cornering Brake Control): Arka akstaki frenlerin optimal kullanımını sağlayan yardımcı fren sistemi. Fren sisteminin içinde hidroliğin en doğru şekilde dağılımını sağlar.

COMAND: Yeni nesil otomobillerde navigasyon sistemi, telefon, saat, TV alicisi, radyo, kaset ve CD çalardan oluşan müzik sisteminin hepsine kumanda eden sistem.

COMBI: İnsan taşımacılığında kullanılan ticari araçlara verilen ad.

COMPACT: Orta sınıf otomobillerin karoser biçimi için kullanılır.

COUPE: Yanında tek kapisi olan otomobil tipi.

DBC (Dynamische Bremsen Control): BAS´in (Brake Assist System) -yani panik frenlemede fren hidroliği içindeki basıncı arttıran ve her tekerde eşit fren gücünün oluşmasını sağlayan sistemin- BMW´de kullanılan versiyonu.

DRIVE-BY-WIRE: Otomobildeki direksiyon simidi ile fren ve gaz pedalları hareketlerini bilgisayar kontrollü elektronik sistem üzerinden inanılmaz bir hızda mekaniğe ve hidroliğe aktaran sistem.

DSC (Dynamic Stability Control): ESP ile ayni prensipte, dört tekerleğin yola en güvenli şekilde basmasını sağlayan sistem. Elektronik stabilite sistemi ağırlıklı olarak BMW´de kullanılır.

DSP (Dynamic Shift Program): Şanzıman ayarlarını sürücünün kullanım tarzına göre değiştiren gelişmiş otomatik şanzıman.

AS (Elektronik Active Steering): Ön tekerleklerin ani direksiyon hareketleri sebebiyle yol tutusu bozmasını engellemeye çalışan aktif direksiyon sistemi.

EBD (Electronic Brake Distributor): Fren gücünün dört tekerlekte eşit olmasını sağlayan hidrolik dağılım destek sistemi.

EBV: Fren hidroliğinin basıncını ve dağılımını kontrol eden supap sistemi.

ELCODE: Otomobile binerken veya indikten sonra, çok değişken formüllerle uzaktan kumanda şifresi (data-check) yaratan "kontak anahtarı", ayni zamanda motoru da "kilitleyebiliyor".

EMNIYET KEMERI: Araçlarda sürüş anında sürücü ve yolcuların güvenliklerini sağlamaya yönelik bir sistemdir. Emniyet kemerinin görevini en iyi şekilde yapabilmesi için, alt bölümünün iki tarafta leğen kemiğinin üzerinden ve üstte de omuzun üzerinden geçmelidir.

EMNIYET KEMERI ÇESITLERI: Aktif gergili emniyet kemeri sistemlerinde Emniyet kemerindeki boşluğu almak için (özellikle kisin kalın giysiler giyildiğinde) bir algılayıcıya bağlı bir gergi sistemi, devreye girerek yolcu emniyet kemeri üzerine yüklenmeden önce kemeri gerer. Böylece yolcunun hareketi en aza indirgenir. Iki tip gergi sistemi vardır; Yaylı ve ateşlemeli. Yaylı tip; algılayıcıdan gelen uyarı sonucunda bir yay tetiklenir ve emniyet kemeri gerilir. İkinci tipte ise hava yastığında olduğu gibi bir ateşleme mekanizması kullanılır. Darbe uyarısı geldiğinde bir gaz ateşlenerek emniyet kemeri gerilir. Bu sisteme "piroteknik" de deniliyor.

EMNIYET KEMERI YÜKSEKLIK AYARI: Emniyet kemerinin farklı boylardaki insanlara göre ayarlanabilmesini sağlar.

EPS (Elektro Power Steering): Hidrolik destekli ve hiza duyarlı elektrik motorlu direksiyon sistemi.

ESP (Electronic Stability Program): Otomobilin savrulma ihtimaline karşı dört tekerleğin dönüsünü sürekli kontrol eden sensörler ile gerektiğinde tek bir tekerleğe bile fren yaptıran ve amortisörlerin hareketini de kontrol eden sistem.

EZILEBILIR BÖLÜM: Aracın kaza anında ezilebilecek bölümlerine verilen ad. Bu bölümler kaza anında açığa çıkan enerjinin büyük bölümünü yutar, kalan enerjiyi ise otomobilin gövdesinde yolculara zarar vermeyecek biçimde yönlendirir.

ETC: Elektronik çekiş kontrol ve düzeltme sistemi.

HB (HatchBack): Bagaj çıkıntısı olmayan arkası yere dik inen 3 veya 5 kapılı otomobil.

INTEGRAL (MONOKOK) GÖVDE: Otomobilin ana parçalarını bir arada tutmaya yarayan çerçeveye şasi denir. Modern otomobillerde genellikle şasi araç gövdesiyle birliktedir. Buna entegral ya da monokok gövde denir.

KAPI EMNIYET KILIDI: Çarpışma sırasında kapının açılmasını önleyen mekanizma.

KAPI EMNIYET MANDALI: Kapının içerden ve dışardan açılmasını önleyen tertibat.

KAPI IÇI GÜVENLIK ÇUBUKLARI: Yan çarpmalarda yolcuları korumak için kapıların içine yerleştirilen sağlam çelik çubuklar.

KAROSER: Şasiye monte edilen, aracın saçtan yapılmış kısmi. Bu kısımda pencereler, kapılar, koltuklar, yolcu ve motoru koruyan kısımlar bulunur.

LAMINE CAM: Ön cam saydam bir plastik tabakasının iki yüzüne cam kaplanmasıyla yapılmıştır. Bu tip camlara lamine cam adi verilir. Lamine cam bir darbe aldığında küçük parçalar halinde kırılıp dağılmaz.

LIFTBACK: Arkasındaki belli belirsiz bagaj çıkıntısına doğru eğilen arka cama sahip olan ve bagaj kapağı arka cam ile birlikte yukarı açılan otomobil tipi.

NAVIGASYON: Uydulardan gelen konumlandırma sinyallerini, içindeki bölge ve yol haritası ile birlikte değerlendirerek sürücüye yön bulma konusunda yardim eden sistem.

NIGHTVISION: Ön cama yansıtılan infrarot kamera görüntüsü ile farlarınız kapalıyken bile karanlıkta gidebildiğiniz GM´in yeni enfraruj gece görüş sistemi.

PANELVAN: Mal taşımacılığında kullanılan ticari araçlara verilen ad.

PASIF GÜVENLIK: Bir kaza gerçekleştiği anda ve sonrasında, yasam kabini içindeki yolcuların en az yara ve darbe ile kurtulmalarını amaçlayan araç güvenlik sistemlerine verilen ad. Sürücü ve yolcuların el ve kafalarını çarpabileceği bölgelerde yumuşak malzeme, aktif kafalıklar, omur koruma sistemi WHIPS, aktif gergili emniyet kemerleri, airbag, sidebag´ler, yan cam hava yastıkları IC, kapı içi çelik barlar, gövdenin darbe emici katlanma bölgeleri...

PDC (Parktronic; Park Distance Control): Otomobilin tampon hizasında ses dalgaları ile boşluk kontrolü yaparak çalışan park yardim sistemi.

PSM (Porsche Stability Management): Porsche patentindeki bir tür ESP.

SAV (Sports Activity Vehicle): Sportif özellikleri çok öne çıkarılmış, iri, arazi tipli binek araç.

SEDAN: Dört kapılı, bagaj uzantısı çok belirgin, binek otomobil tipi.

SIDEBAG: Yan kapıların içinden veya koltuk omuzlarından açılan havayastiklari.

SIPS: Yandan gelecek darbelere karsı koruma sistemi (Volvo patentli). Ön koltukların altında enlemesine ve B direklerinde diklemesine bulunan yüksek dayanıklıgı olan çelik barlar ile yan havayastiklarinin oluşturduğu sistem.

SLS: Lüks otomobillerde ve Off-road araçlarında kullanılan, aracın yüksekliğini otomatik olarak ayarlayan sistem.

SPACEFRAME: Uzay modüllerinin inşasında kullanılmış, hafif alüminyum alaşım gövde ve şasi yapısı.

SPEEDSTER: Bütünüyle sportif kullanım için tasarlanmış,
A-sütunlari ve ön cami tam olarak bulunmayan, iki kişilik küçük üstü açik otomobil.

SPORTSWAGON: Tavan çizgisi arkaya doğru biraz alçalarak devam eden, uzun Hatchback tarzı, sportif vagon otomobil tipi.

SRS: Olası bir kazada hava yastığı ve aktif gergili emniyet kemerlerinin birlikte çalışmasını, gaz pedallarının ileriye doğru katlanmasını sağlayan tüm ek güvenlik sisteminin ismi.

STATIONWAGON: (SW; Break; Avant, Kombi) Tavan çizgisi en arka noktaya kadar yatay devam eden, çok geniş bagaj imkanı sunan vagonet tarzı araç tipi.

SUV (Sport Utulity Vehicle): Sportif hobi amaçlı araçlar için kullanılan genel tanımlama, hafif arazi aracı. Örnegin, Honda HR-V veya Toyota RAV4.

TC (Traction Control): ASR ile ayni görevi yapan bir sistem. ABS yardımı ile yeri geldiğinde fren uygulayarak çekisin basarisini artırır.

TCS: Çekisin veya itisin olduğu herhangi bir tekerleğin boşa dönmesini engelleyen kontrol sistemi.
Gönderen admin 0 yorum
ATOM MODELLERİ

Atom


İnsanoğlu en az 2500 yıldır maddenin yapısı hakkında araştırmalar yapmakta, fikirler geliştirmektedir. Bugün bilim adamlarının çözmeye çalıştığı bu tür sorunlarla eski çağlarda filozoflar uğraşırdı. İ.Ö 5. yy.da, Yunan düşünürü Democritos bütün maddelerin daha fazla bölünmesi imkansız küçük parçalara ayrılıncaya kadar parçalanabileceğini ileri sürmüştü. Başka bir deyişle, bir madde parçalandığı bunun belirli bir sınırı vardı. En sonunda o kadar küçük bir parça elde ediliyordu ki daha küçük parçalara bölünmesi imkansızdı. Democritos, bu en küçük parçaya atom adını verdi. Yunancası bölünmez anlamına gelen “atomus”tur. Democritos’a göre bir maddenin yapısındaki atomlar sayısızdır ve gözle görülemez. Ayrıca, atomların asıl yapısı aynı olmakla birlikte değişik maddelerin atomları sadece ağırlık, biçim ve büyüklük bakımından farklıdırlar. Bir başka Yunan düşünürü Epikür de Democritos’un fikirlerini desteklemiştir. Fakat M.Ö V. yüzyılda yaşamış olan Empodekles, maddenin yapısını çok daha değişik bir görüşle açıklamıştır. Empodekles’e göre doğadaki her şey dört asıl elemandan meydana gelmiştir. Bu dört eleman toprak, hava, ateş ve sudur. Yunan düşünürlerinin en büyüğü sayılan Aristo, Empodekles’in dört asıl eleman teorisini sonuna kadar destekleyince, Aristo’nun etkisi yüzünden Democritos’un ve diğer düşünürlerin teorileri hemen hemen iki bin yıl ilgi görmemiştir. Bu iki bin yılın sonunda Galile, Bacon, Descartes, Boyle ve Newton gibi bilim adamlarının çalışma ve araştırmaları ile atom teorisi yeniden değer kazanıp gündeme gelmiştir.
XVI. ve XVII. yy.da Galile ve Newton, atomla ilgili kuramsal çalışmalar yaptılar. 1661 yılında Robert Boyle, bilimsel bir yazısında dört asıl eleman teorisine kesinlikle karşı olduğunu açıkladı. Boyle’ye göre maddenin en küçük parçası olan atomlar, basit fakat birbirlerine mükemmel bir düzenle birleşmişlerdi. Ancak, atomun yapısıyla ilgili asıl buluşlar, XIX.yüzyılın ilk yarısında gerçekleşecektir.
İngiliz fizik ve kimyacısı John Dalton klasik atom teorisinin öncüsüdür. 1807(1810) yılında atomik yapıyla ilgili teorisini geliştirmiştir. Bu teoride atom sert yapılı, ufak bir bilardo topuna benzetilmiştir. Teori şöyle özetlenebilir:
Dalton atom modeli;
Her şey atom denen son derece küçük bileşenlerden oluşur; bu atomlar ne yoktan var edilebilir, ne bölünebilir, ne de yok edilebilir.
Atom bir elementin en küçük parçasıdır. Kimyasal özellikleri elementin kimyasal özelliklerine eştir. Başka bir deyişle, kimyasal reaksiyonlar, atomun yapısını değiştirmeyip sadece birleşmelerindeki düzeni değiştirirler.
Bir elementin bütün atomları her açıdan özdeştir; buna karşılık iki ayrı elementin atomları biçim, boyut,ağırlık (kütle) ve genel davranışlarıyla birbirinden ayrılır.
İki ayrı elementin atomları basit tamsayılarla belirtilen belli bir oranda birleşerek bileşikleri oluşturur. Örneğin iki hidrojen atomunun bir oksijen atomuyla birleşmesiyle suyun en küçük birimi olan bir atom grubu oluşur.
Dalton değişik atomların ağırlıklarını ölçmek istemiş ancak tek bir atomun ağırlığının doğrudan bulunmasının imkansızlığını görmüştür. Ancak en hafif atom olan hidrojen atomu esas alınmak yoluyla hidrojen atomunun ağırlığına oranla diğer atomların ağırlıklarının belirlenebileceğini ileri sürmüştür. Kıyaslama atomu olarak oksijen atomu kullanılmıştır. (O = 16,0000 alınmıştır) Bugün kıyaslama atomu olarak C-12 (C=12,0000) izotopu alınmaktadır.
XIX. yüzyılın sonlarına doğru yeni yeni elementler bulundu. Bilim adamları bu elementlerin atomlarının nasıl bir düzenle birleştiğini, molekül halinde nasıl bir araya gelip bütünlendiklerini incelemeye başladılar. İngiliz fizikçi J.J. Thompson’un yaptığı bir dizi katot tüpü deneyi, insanların atom hakkındaki düşüncelerini büyük ölçüde değiştirdi. Thompson, elektrik ve manyetik kuvvetler uygulayarak negatif elektrik yüklü bazı parçaları atomlardan ayırabildiğini belirtti. Thompson’un katot tüpü, havası boşaltılmış ve iki ucunda elektrot görevi yapan metal parçalar bulunan bir cam tüpü. Bu iki elektrot arasında elektrik akımını geçirmek mümkün oluyordu. Çinko sülfürle kaplı küçük bir cam parçası türün içine yerleştirildiğinde, hafif bir ışık saçarak parlamaya başlıyordu. Thompson, bu elektrik akımının, katottan anota doğru saçılan ufak madde parçaları tarafından taşındığını gösterdi. Thompson bu parçalara elektron adını verdi. Elektronlar negatif yüklüydü. Bu yüzden pozitif elektrota doğru hareket ediyorlardı. Thompson ayrıca elektronların bir ağırlığı bulunduğunu da ispatlamıştır. Daha sonra da yük/kütle oranını hesaplayacaktır. Böylece atomların yapısında daha küçük parçaların bulunduğu iddiaları da gerçekleşmiş oldu.
Atomun çeşitli parçaları arasındaki ilişkiler, Yeni Zelanda doğumlu ünlü fizikçi Ernest Rutherford tarafından açıklanmıştır. Rutherford ve yardımcıları yaptıkları deneyde, artı iki yüklü helyum atomları olan alfa parçacıkları ile ince bir altın yaprağı bombardıman ettiler. Alfa parçacıkları, radyumun radyoaktif parçalanmasından elde edilmiş ve kurşun bir bloğun dar kanalından ince demet halinde bir yöne gönderilmişti. Bu parçacıklar yaklaşık olarak on bin atom kalınlığında çok ince bir metal levhaya yöneltilmişti. Üzerine sülfür kaplı bir flüoresan levhaya çarptıkları zaman ışık çıkarmaları gözleniyordu. Bu flüoresan levha merkezinde alfa parçalarının çarptığı ince metal bulunan bir daire çevresinde hareket edecek şekilde düzenlemişti. Bu levhaya çarparak alfa parçacıklarının meydan getirecekleri en zayıf ışıkları bile gözleyebilmek için levhanın orta kısmına bir dürbün yerleştirilmişti. Alfa parçalarının gaz moleküllerine çarparak yansımalarını önlemek için bu alet vakumda çalıştırılıyordu. Metal levhanın etrafında, çeşitli açılarda gözlem yapan Rutherford ve Danimarkalı fizikçi Niels Bohr oldukça önemli sayıda saçılmış alfa parçacığı tespit etti. Hatta 180dereceye yakın açılarla bile sapmış alfa parçacıkları gördüler. Böyle sapmalar ancak yerinden oynatılması imkansız hedeflere çarpılmasıyla gerçekleşebilirdi.Bu iki fizikçi yeni bir atom modeli tasarladılar. Bu fizikçilere göre ;
Rutherford atom modeli
Atomun merkezinde bir çekirdek bulunuyor, elektronlar da bu çekirdeğin çevresinde dolanıyordu.
Her çekirdek artı elektrik yükü taşıyordu; böylece çekirdeğin artı yükü elektronların eksi yüküyle dengelendiği için atomun bütünü elektriksel olarak yüksüz (nötr) durumda kalabiliyordu.
Çekirdek, atomun bütün yapısı içinde çok küçük bir yer tutuyor. Eğer bir atom stadyum kadar büyütülecek olsa, çekirdek bu stadyumun ortasındaki küçük bir bezelye yığını gibi olacaktır.
Atomun hemen hemen bütün kütlesi bu minicik çekirdeğin içinde yoğunlaşmıştır. Çekirdek başlıca iki temel parçacıktan oluşur: Artı elektrik yüklü proton ve elektrik yükü taşımayan nötron. Nötronun kütlesi protonunkinden biraz daha büyüktür.
Etiketler:
Gönderen admin 0 yorum
Aklını En İyi Şekilde Kullan
KİTABIN ADI Aklını En İyi Şekilde Kullan
KİTABIN YAZARI Tony BUZAN

YAYINEVİ VE ADRESİ Arion Yayınevi-Sıra Selviler Cad.Taner Palas Apt.No:25 Taksim/İSTANBUL

BASIM TARİHİ ARALIK 1995
KİTABIN YAYIM MAKSADI Beynimizin kullanım kapasitesini artırmak.

KİTABIN BÖLÜM BÖLÜM ÖZETİ :

1. BEYNİMİZ :
Beynimizin gerçek potansiyeli nedir ve fiziksel doğası nedir? Bu bölümde beyinle ilgili ilk düşüncelerin tarihi kısaca tanıtılmakta, daha sonra da beynimizle ilgili en son ve en önemli buluşlar antatılmaktadır: Beynimizin sağ ve sol yanları; her beyin hücresinin fiziksel yapısı ve hücreler aralarındaki bağlantı şekilleri; üst ve alt beynimiz arasındaki ilişki; beynimizde devamlı yeralan elektro kimyasal etkileşimlerin sayısı. Bu bölümün son kısmında yaşa bağlı olarak zihinsel yetenek sorusu ele alınmakta yaşlıların zihinsel faaliyetlerini maximum seviyede yürütebildikleri belirtilmektedir.
2. BELLEĞİNİZ SANDIĞINIZDAN DAHA İYİ OLABİLİR :
Ne kadar sıklıkta “Dilimin ucunda” veya “Kafam elek gibi” deriz? Bu bölümde belleğimizin düşündüğümüzden daha iyi olduğunu gösterecek kanıtlar verilmektedir.Kendi kendimize kontrol belleğin azami ölçüde kullanımını sğlayacak şekilde zamanımızı organize etmek, unutmayı asgari ölçüde tutmayı sağlayacak tekrarlama teknikleri, listeleri anımsamak, özel bölümlerde ele alınmıştır. En büyük bellek sorunlarını çözümlemek için özetler verilmiştir: isimleri ve yüzleri anımsamak, nesnelerin arasında bağlantı kurmak.
Son bölümde anımsamaya kendimizi nasıl “kuracağımız” anlatılmaktadır.
3. DİNLEMEK :
Dinlemek, hakkında çok az şey işittiğimiz bir konu – bir çok insana sorunlar yaratan bir konu. Bu sorunların bir çoğunun çözümleri vardır. Bu bölümde çözümler özetlenmektedir. Özel bir bölüm “Anahtar” dinlemenin kullanımını açıklamakta, sonraki bölüm dinlemenin diğer duyularla ilişkisinden söz etmektedir. Bellekte olduğu gibi dinlenmeye “kurmak” açıklanmaktadır.
4. GÖZLERİNİZİN KULLANIMI VE BAKIMI :
Büyük bir ressamın görüşünü niteliğini veya şampiyon tenis oyuncusunun hayret verici el göz uyumunu düşündüğümüz zaman, gözlerimizin muazzam, doğal kapasitesini görmeye başlıyoruz demektir. Burada, gözlerin potansiyelini ve nereyi görürüz, nasıl görürüz, başka insanların gördüğü şekilde mi görüyoruz, gibi enterasan sorular inceleniyor. Hareket eden şeylere baktıkları zaman, duran şeylere baktıkları zaman, gözlerinizin nasıl çalıştığını keşfetmenize yarayacak oyunlar ve alıştırmalar anlatılmaktadır. İrdeleyici gözlerimizi nasıl geliştireceğimiz, görsel yeteneğimizi nasıl geliştireceğimiz ve daha net görebilmek için hayal gücümüzü nasıl kullanabileceğimize ilişkin öneriler geterilmektedir. Bölümün son kısmında göz bakımı ile ilgili araştırmalar yer almaktadır.
5. HIZLI OKUMAK VE ETKİLİ OKUMAK :
Hızlı okumanın tarihi neden bu kadar tartışmalı ve belirli hızlı okuma okullarının başarısızlıklarının nedenleri nelerdir? Bu bölüm bu soruları yanıtlıyor. Ondan sonra, okurken gözlerimizin nasıl çalıştığını ve hareket ettiğini açıklamakta ve resimlemektedir. Gözlerimizin okurken nasıl çalıştığını anlayabilmemiz için özel alıştırmalar vardır. Klavuz kullanarak yüksek hızla okumada yeni teknikler açıklanmaktadır. Referans, teknik ve çalışarak okumayı ele almak için komple bir yöntemi ana hatlarıyla açıklayan özel bir kısım vardır. En sonunda, okuma hızını ve etkinliğini “artırmak” için ek ipuçları verilmektedir.
6. NOT TUTMAK VE HIZLI YAZMAK :
Etkili, az ve öz not tutmak, normal okul sisteminden geçen herkes için sorun olmuştur. Bu bölüm geleneksel not tutma yöntemlerini özetlemekte ve yeni anahtar-sözcük not tutma tekniklerinin etkinliğine dair son kanıtları sunmaktadır. Buna ek olarak, daha yaratıcı ve akıcı not tutma, hızlı yazmada kısaltma teknikleri ve fiziksel sorunların çözümü ile ilgili öneriler getirilmektedir.
7. YARATICILIK :
Çoğu insan hiçbir zaman mümkün olabileceğini düşünemedikleri kadar yaratıcı yeteneğe sahiptirler. Bu bölüm, beyin ve bellek üzerine olan 1 nci ve 2 nci bölümlere atıfta bulunarak,yaratıcılığı, test etmekte geleneksel yöntemlerin yetersiz kaldığına işaret etmektedir. Yaratıcı düşünce için yeni açıklamar yapılmakta, ve zihin – haritası bölümünde yaratıcı düşünce üzerine yeni bir yaklaşıma değinilmektedir.
8. SAYISALLIK :
Bir çok insanın sayılardan korkmasına rağmen, beyin hakkında son bilgiler herkesin muazzam matematiksel yeteneği olduğunu göstermektedir. Bu araştırmanın bir kısmı beynimizin işi matematiksel yan ile matematiksel olmayan yan arasında bölüştürdüğünü göstermektedir. Bu bölümün çoğu toplama, çıkarma, ve bölmeyi ele almanın, özel ve kolay yolları ile ilgilidir.
9. MANTIK VE İRDELEME :
İletişimin giderek önem kazandığı ve gün be gün politik önderlerimizin, televizyon ve radyomuzun, gazete ve dergilerimizin, idari ve bilimsel danışmanlarımızın “sözlerinin ardındaki” gerçeğe ulaşmamız gereken bir dünyada, hepimizin mantıksal irdeleme kapasitemizi geliştirmesi gerekmektedir.Propoganda ve ikna etme teknikleri ustalaştıkça, sapı samandan ayıracak zihinsel donanım da ustalaşmıştır. Bu bölümün kalan kısmı, iletişimin yoldan çıkabileceği on ana alana ayrılmıştır. İletişimin neden “doğru” olmadığının örnekleri ve açıklamaları ve “bununla nasıl başedileceğine” ilişkin bir kısım vardır.
SONUÇ :
A. KİTABIN ANA FİKRİ :
İnsan beyninin muazzam olan potansiyeli henüz tam manasıyla çözülememiştir. Beyin kapasitemizin ancak çok azını kullanabiliyoruz. Kitap bize değişik yöntemlerle beynimizin kullanım kapasitesini artırmak için tavsiyelerde bulunmakta, yol göstermektedir.
B. KİTABIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER :
Bilgi çağının yegane dinamiği, henüz tam manasıyla keşfedilmeyen beyin kapasitemizin kullanım oranının yükseltilmesi olacaktır. Kitap bize kendi potansiyelemizi keşfetmeyi, üretmeyi ve yeni hedefler seçmemiz gerektiği düşüncesini vermektedir.
C. KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :
Kitap okuyucuya teknik olarak düşünmeyi öğretmektedir. Sistematik olarak bahsedilmiş her bir konu üzerinde, değişik kaynaklardan inceleme yapılır, okuyucular pratik olarak uygulamayı alışkanlık haline getirirlerse (hızlı okuma, hızlı yazma vs.) amaca ulaşılmış olunacaktır.Arz ederim.
Gönderen admin 0 yorum
Kutadgu Bilig
Yazar : YUSUF HAS HACİB

Çeviri : REŞİD RAHMETİ ARAT


Kitap Hakkında :

Türk-İslam fikir ve sanat hayatının en eski örneklerinden biri olan Kutadgu Bilig Türk dili ve edebiyatının olduğu kadar Türk kültür tarihinin de XI. yüzyıldan bugüne kadar etkisini sürdürmüş en muazzam eserlerinden biridir. Bu eser Türklerin özellikle bugün üyesi oldukları kültür çevresine giriş devrini içeren bir zaman diliminde yazıldığı için dünya görüşlerini, değer yargılarını ve karşılaştıkları sorunlarla nasıl mücadele ettiklerini ortaya koymak konusunda faydalı olabileceği gibi, temasta bulundukları kavimler hakkında da bilgiler sunar. Okurlar Yusuf Has Hacib'in bu eseriyle Türk dil ve edebiyatının dışında, Türk toplumbilimi, tarihi ve kültürüyle de ilgili pek çok bilgiye ulaşacaktır.
Mutlu Olma Bilgisi anlamına gelen Kutadgu Bilig, insana her iki dünyada da tam manasıyla kutlu olmak için gereken yolu göstermek amacıyla kaleme alınmıştır. Birbirleriyle çok sıkı bağlı olan birey, toplum ve devlet hayatının ideal bir şekilde düzenlenmesi için gereken anlayış, bilgi ve erdemlerin ne olduğu; bunların ne şekilde elde edileceği ve nasıl kullanılacağı üzerinde duran şair-düşünür, bununla kendi devrinde gündelik hayatın üstüne yükselenlerin düşüncelerine tercüman olmuştur. Ama o, iyi olmaları için mevki sahiplerine tatsız mecazlarla ahlak dersi veren kuru bir öğütçü değildir. Yusuf Has Hacib, bu eseriyle insan hayatının anlamını çözümleyen ve kişiye, toplumun, dolayısıyla da devletin içindeki görevini saptayan bir felsefe, bir hayat felsefesi sistemi kurmuştur.

"Kitap adını Kutadgu Bilig koydum;
okuyana kutlu olsun ve elinden tutsun.
Ben sözümü söyledim ve kitabı yazdım;
Bu kitap elini uzatıp her iki dünyayı da tutan bir eldir,
Kişi her iki dünyayı da devletle elinde tutarsa kutlu olur
bu sözüm doğru ve dürüsttür."
Etiketler:
Gönderen admin 0 yorum
Metal fırtına: Kızıl Kurt
Koray haftalardır temizlik yapılmamış olan evine gitmemek için kahvede oyalandı. Herkesten uzakta, oyunlara karışmayan bir adamdı. Bunun için onun hakkında dedikodular çıkmış. Ama gün geçtikçe bunların doğru olmadığı ortaya çıkmış.
Bir gün kahvede otururken yanına kendinden emin, her şeyi bildiğini sanan İlyas geldi. Ona “Benim kupona ortak olumusun” dedi. Ama Koray buna aldırmayıp televizyonunu seyretmeye devam etti. İlyas buna sinirlenerek elini Koray’ın omzuna attı. Atar atmaz Koray sol elinin tersiyle hızlıca vurdu. İlyas, iki üç metre geriye uçtu. Kahveci İlyas’a bakıp “Bayılmış” dedi.
Yine kahveden çıkıp evine gidiyordu. Akşam yemeği yerine simit, peynir ve zeytin almıştı. Diğer elinde gazete vardı. Gazete’de gasp, tecavüz gibi şeyler yazıyordu. Yolda karanlıkta bir kadın gördü. Tuzak olabileceğini tahmin etti ve yerden demir sopa aldı. Ama oraya gidince kadına tecavüz etmeye hazırlanan 3 kişi gördü. Sonradan onların önüne geçip kadını bırakmalarını söyledi. Buna aldırmaya adamları öldürdü. Kadına “Ne işin var burada” dedi. Kadın her şeyi anlattı. Kadın’ın evine gitti ve adamı öldürdü. Cebinden kadının 3 aylık kazancını verdi. Sonrada onlara “Ben sizin için bir çözüm bulurum” dedi. Sonra evine gitti. Evinde bir adam vardı. Ona “Selam Gri-1” dedi. Koray bu unvanı yıllardır duymuyordu. Ve adam bir zarf verdi. Koray açıp okudu. Bir adres yazılıydı.
Adrese gitti. Naylon bir torba içinde biraz tuz götürdü. Çünkü zarfta not atılmıştı. İçerde boynundan aşağısı felç olan adama bunları verdi. Adam onun geldiğini anladı ve “Sen özelsin” dedi. Sonra şunları ekledi “Senin uzaklaştırman gerekiyordu. Çünkü kirletilmemen gerekiyordu” dedi. Biraz daha konuşup konuşmayı bitirdiler. Koray çıkarken kadının adresini vererek oradakileri yardım edilmesini söyledi ve kabul edildi. 3 ay eğitim gördükten sonra görev yeri Kazakistan olarak açıklandı. Beyin ona “Senden Orta Asya’yı istiyoruz” dedi. Koray Kırgızistan’a gitmek istediğini söyledi ve onaylandı. Ve operasyonun adı Kızıl Kurt oldu.
Koray Kırgızistan’a gitti. Orada bir taksiye binip fazla bilinmeyen bir otele gitmek istedi. Ondan önce Nurbek’in kumar salonuna gitti. Nurbek’le görüşüp onunla ortak olmak istediğini söyledi ve Nurbek’in adamlarını döverek Nurbek’in beğenisine sundu. Nurbek kabul etti.
İki yıl sonra Bursa’da bir helikopter Gökhan’ın arabasını vurmaya çalışıyordu. Sonra Yenişehir’e giden yolda iki adam onu roketle havaya uçurdu. Yaralılar hastane’ye kaldırıldı. Eşref Kapılı da haberi alınca hemen hastaneye gitti. Kadın ve çocuklar ölmüştü ama daha ölmemişti. Adam’ı kurtarmak için onu bir Gen şirketine götürdü. Orda biraz içeri girmek için uğraştı. Ama sonunda içeri girdi.
Birkaç gün önce Atatürk havalimanı’nda iki Rus bir Mercedes’e binip kırmızı ışıkta durdular. Şoför arka kapıları kilitleyip kendini dışarıya attı ve arkadaki BMW’den iki adam inip araca ateş ettiler. Eşref Kapılı iki Rus mafyasının liderini ele geçirerek Gökhan’ın insafına bırakacaktı.
Gökhan’ın üzerine birçok nanomakineler konularak hayata geri döndürüldü. Gökhan kendine geldikten sonra üstleriyle konuşmak istedi. Eşref Kapılı’da ona Gen şirketinden neler söylenirse yapmasını söyledi. Birkaç gün sonra gen şirketine gelen Eşref Kapılı Gökhan’la konuşmak istedi. Ama Gökhan buzdolabındaydı. Doktor’la Gökhan çıkıncaya kadar konuştu. Gökhan’ın vücudu yenilenmişti ve normal bir insan’dan daha çok iş yapabilecek şekildeydi. Sonra eşref Kapılı Gökhan ile konuştu. Ne olup ne bittiğini söyledi. Gökhan’da kazayı ve öncesini anlattı. Anlattıktan sonra Gökhan 110 kiloluk halterin altına yatıp kaldırdı. Bir süre sonra ip atlamaya başladı. Aniden ip ayağına takılarak yere düştü. Doktor ve Eşref Kapılı onu alıp dolaba soktular.
O sırada MİT sorgu evinden Andrei Rostov kaçtı. Eşref Kapılı doktora 10 gün süre verip sonra Gökhan’ı almak istediğini söyledi. Dışarı çıktı ve bir telefon görüşmesinden sonra
Andrei Rostov’un kaçtığını öğrendi.
Eşref Kapılı 10 gün sonra gelip Gökhan’la konuştu. O anki durumlarını, Kurt’un kaybolmasını ve Koray hakkında konular açıldı. Eşref Kapılı da Gökhan’ın eline bir çanta vererek 3 gün sonra onu alacağını söyledi.3 gün sonra gelip Gökhan’ı aldı. Operasyon’a başladılar.
Gökhan İsveç’e gidip D-DAY ile bir fabrikada görüşüp konuşmak için evine gittiler. Adam Gökhan’a mafyanın Gotland’ta bir villada olduğunu ve bütün bilgi ve paraların orada olduğunu söyledi. Gökhan birkaç gün gözetledi. Sonra bir işçi getiren vapurun içine girip fabrikaya gitti. Bir süre sonra bir araba kiralayıp villayı gözetmeye başladı. Sonra bir otele yerleşti. Björn aradı ve buluşmak istedi. Gökhan gidip Björn’le Alferov hakkında konuştu.
O gün akşam villaya gitti. Üç araba’dan önemli kişiler inip villaya girdi. Gökhan’da villaya bir operasyon düzenleyecekti. Aniden 30kişi içerden çıkıp gittiler. Gökhan çok sevinmişti. Gökhan operasyona başladı. Tellerin üstünden atlayıp bir ağacın arkasına saklandı. Sonra içerideki ve dışarıdaki herkesi öldürdü. Bir şeyler aramaya koyuldu ama bulamadı. Piyanoyla gözetlerken hep duyduğu Patetik Senfoni’yi çalmaya başladı. Yerde gizli bir bölme açıldı. İçeride 6 tana bilgisayar, kasa ve evraklar vardı. Gökhan bunların hepsini iki çantaya doldurdu. Eve gitti ve Björn ile birlikte çantalardakileri incelemeye koyuldular. Bilgisayar harddisklerinde kendine ve kurt’a ait bilgiler vardı. Bir belgenin içinde Kurt’un tutulduğu karakol ve karakolun planı’da vardı. Gökhan Eşref Kapılıyı arayıp her şeyi anlattı.
Gökhan ilk uçakla Kazakistan’a gitti. Orada Gökhan’ı iki adam Gökhan’ı alıp Nurbek’e götürdü. Gökhan Nurbek’le bir plan yaptı. Bütün destekleri alabilecekti. Gökhan aniden bayıldı. Bir süre sonra gözlerini açtı ve yatağı sırılsıklamdı. Haplarını eline aldı ve yuttu. Soğuk bir duş yaptıktan sonra kendine geldi. Sonra yola çıktılar.
O sırada Björn yakalandı. Björn adamlara her şeyi anlattı ama adamlar Björn’ü öldürdüler ve yaptıklarını bir kasete çektiler.
Gökhan’da Koray’ın üssüne gitti. Koray ile plan hakkında konuştular. Gökhan birkaç silah, el bombası ve 7 adam istedi. Koray “Bende geleceğim” dedi. Karakol’a gittiler ve operasyona başladılar. Operasyonda Toktar öldü. Kurt’ta içeride bir fırsatını bulup kendini sorgulayan adamları öldürdü. Sonra kapının açılmasını bekledi. Gökhan içeri girip bir adam öldürdükten sonra anahtarı alıp Kurt’un olduğu odanın kapısını açtı. Kurt gülerek “Geç kaldınız” dedi. Gökhan Kurt’un eline bir silah vererek Koray’ın yanına gitmesini söyledi. Ama Kurt giderken aniden yere yattı. Gökhan da içeride keskin nişancıyı öldürmeye gitti. Koray ve adamları Kurt’u aldılar ve Koray “Gökhan kendi başının çaresine bakar” deyip gittiler. Gökhan 6 kişiyi daha öldürüp kampa döndü.
Orada Korkunç İvan hakkında konuştular. İvan bir nükleer savaş başlatacaktı ve kendine ait bir yeraltı şehri kuruyordu. Ama şehri yıkarlarsa İvan nükleer bir savaş başlatmayacağını düşündüler. Ama tek sorun şehir nerede kuruluyordu. Gökhan villadan aldığı evraklardaki koddan şehrin yerini buldular. Gökhan tekrar bayıldı ve gözlerini doktorunun yanında açtı. Biraz daha tedavi gördükten sonra geri döndü. Koray şehre bir işçi olarak girdi. Binada her şeyi öğrendikten sonra Gökhan’a o gün akşam bombalarla gelmesini söyledi. Gökhan oraya gitti ve kimsenin haberi olmadan içeri girdi. Korayla birlikte 7 tane bombayı değişik yerlere koydular ve dışarı çıktıktan sonra patlattılar. Şehir yıkıldı.
Kurt’ta Korkunç İvan Aleksei Kirnasov olduğunu öğrendi. Gökhan ve Koray Aleksei Kirnasov’un evine gittiler. Kirnasov o sırada Björn’ün öldürülürken çekildiği kaset’i izliyordu. Kirnasov aniden bir ses duydu ve uşağına seslendi. Uşak yerine Gökhan seslendi. Kirnasov Korkmaya başladı. Gökhan ve Koray Kirnasov’u bir çukura gömdüler ve kafasını bir kutunun içine soktular. Gökhan’da aslı ve çocuklarının öcünü almak için Kirnasov’un nefes alabilmesi ve çürüyen bedenini hissetmesi için kutusuna bir delik açtı. Kirnasov bir süre sonra acı çekerek öldü.
Kirnasov öldükten sonra Rus Mafyası yıkıldı ve Kızıl Kurt operasyonu burada bitti.
'ultrAslan' isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline) 'ultrAslan' isimli üyenin yazdığı bu mesajı değerlendirin. Kötü Mesajı Moderatöre bildir Alıntı ile Cevapla
Gönderen admin 0 yorum
Büyük Satranç Tahtası
Amerika Birleşik devletlerinin Avrasya’nın tümü için bütünleşmiş kapsamlı ve uzun vadeli bir Jeostrateji oluşturmasının zamanı gelmiştir. Çünkü A.B.D. bu gün tek süper güçtür ve Avrasya da yerkürenin merkezi arenasıdır. Dünya devleti olmanın yoluda Avrasya üzerinde kontrol sahibi olmaktan geçer. Böyle olunca Avrasya üzerinde etkinlik kazanmak yolunda çalışmak esastır. Hal böyle olunca Büyük Satranç Tahtası özetle Avrasya Bölgesi, başlıca oyuncular ise A.B.D., Rusya, Fransa, Almanya, Çin, Japonya, İran, Türkiye’dir. İngiltere’nin bugünkü durumu ile muhtemel yeni oluşumda (Avrasya üzerinde) dikkate değer bir etkinlik gösteremeceği değerlendirilmektedir.
Avrasya bölgesi Batıda Atlas Okyanusu,Doğuda Kuzey Pasifik Okyanusu,Güney-de Hint Okyanusu,Kuzeyde is Kuzey buz denizi ve Arctica bölgesi ile çevrilidir.
Avrasya bölgesinin Asya kıtası bölümünde etkin güçlerin başlıcaları Çin,Japon-ya ve Rusya’dır. Azerbeycan petrolleri bu bölge için stratejik öneme sahiptir. Karadeniz ve Hazar civarı (Kafkasya) özetle istikrarsız küçük devletlerden oluşmakla, Av-rupa’nın Balkanlar bölgesine benzemektedir. Bu bölge büyük miktar etnik grup içermektedir. Kazakistan : (nüfus 17.4 milyon; %41.9 Kazak, %37 Rus, diğerleri Ukraynalı, Alman, Özbek, Tatar ve diğerleri), Kırgızistan : (4.8 milyon nüfus %52.4 Kırgız, %21.9 Özbek, %2.5 Ukraynalı, %2.4 Alman ve %8.3diğerleri), Tacikistan : (6.2 milyon nüfus; %64.9 Tacik,%25 Özbek,%3.5 Rus,%6.6 diğerleri).
Avrasya yalnız yüzölçümü olarak dünyanın en geniş bölgesi olarak kalmayıp, aynı zamanda en fazla nüfusa ve GSMH’ya sahip bölgedir. Asya bölgesinde, Avrupa’ya nazaran örgütlenmemiş bir yapı mevcuttur. (Örneğin AET,NATO v.s. Asya bölgesinde görülmez) Avrasya’nın Avrupa kısmı ise daha çok ulus devletlerden oluşmuştur. Bu devletlerden Fransa ve Almanya, Büyük Satranç Tahtasında aktif oyuncu olmak isterler. Oyuncuların bariz özellikleri ise şöyledir :
A.B.D. : Dünya devleti olmaya aday başlıca devlettir, keza GSMH’sı dünyanın yaklaşık %50’sidir ve başka hiçbir devletin ekonomik gücü bu düzeyde değildir. Tek millet özelliği göstermez, çok değişik toplumları içinde barındırır. Askeri güçte en ileri düzeydedir. Bazı Avrupa devletlerinde ve orta doğuda, kısmen uzakdoğuda üs bölgeleri kurmakta hayli mesafe katetmiştir. Teknolojide gücü yüksektir. Genel yapısı itibariyle dünya devleti olmanın yükünü de taşıyabilecek güçtedir (Kontrol imkanı vardır). Sovyetler Birliği’nin parçalanması ile tek süper güç halini almıştır. Ancak, dünya uluslarının oluşturacağı terörizm A.B.D. için risk oluşturur.
RUSYA : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden Rusya’ya dönmesi ile birlikte Letonya, Litvanya gibi Avrupa’ya yakın devletler ile; Azerbeycan, Gürcistan, Kırgızistan, Kazakistan v.s gibi devletler ortaya çıkmıştır. Demokratikleşme ve ekonomisini güçlendirme çabasındadır. Dağılma ile askeri gücünde belirli oranda azalma meydana gelmiştir. İç sorunlar ortaya çıktığından etkili bir şekilde yayılma politikası izleyememektedir. Çeçenistan ve Azerbeycan üzerinde milli hedefleri mevcuttur. Rusya için doğuya açılma yönünden önem arz eder keza Azerbeycan petrolleri vazgeçilemeyecek derecede caziptir. A.B.D. kadar fazla üs bölgeleri mevcut değildir.
ALMANYA : Avrupa’da sanayi yönünden gelişmiş bir devlettir. Ekonomik durumu oldukça ileri olup, sanayiye dayanır. Avrupa’nın küçük devletlerinin, etrafında birleşebileceği kadar güçlüdür. Bünyesinde barındırdığı farklı millet üyesi azdır. Homojen yapıya sahiptir.
FRANSA : Avrupa’da sosyal ve ekonomik yönden gelişmiş diğer bir devlettir. Fransa da Avrupa devletlerine lider olabilecek düzeydedir.

ÇİN : Asya’nın en büyük yüzölçümüne ve en kalabalık nüfusuna sahip devlettir. Ekonomisi genel olarak imalata dayanır. Demokratikleşme yönünde gelişme kaydedememiştir. Bazı komşularıyla sınır problemleri vardır. Son yirmibeş yılda büyük bir ekonomik gelişme kaydetmekle beraber, büyüme hızının yavaşlayacağı değerlendirilmektedir. Asya’nın en büyük silahlı kuvvetlerine sahiptir.

JAPONYA : Uzakdoğuda ekonomik olarak güçlü bir devlettir. Bölgesel değil uluslararası bir özellik gösterir. Avrasya bölgesinin doğusunda jeostratejik bir konuma sahiptir. Avrasya’ya hakim olmak amacında olan bir güç için ideal bir müttefiktir.
TÜRKİYE : Avrasya bölgesinin çok önemli boğazlar bölgesini de kapsamına alan, gelişmekte olan ekonomiye ve dünyada 10 ncu büyük orduya sahip, çeşitli Avrupa ve uluslararası örgütlerle bağlantıda bulunan, demokrasiyi benimsemiş devlettir. Bazı iç sorunları mevcuttur.
İRAN : Türkiye’nin doğu komşusu İran önemli petrol bölgeleri içerir, son zamanlarda demokratikleşme çalışmaları izlenmektedir. Kuzey bölgelerinde yaşayan Azeriler nedeniyle Azerbeycan’a ilgi duymaktadır. Basra körfezi vasıtası ile ortadoğu bölgesine komşudur. İslamiyetin orta Asya’da canlanması İran’ın bugünkü yöneticilerinin özlemlerinin bir parçasıdır.
Amerika’nın Avrasya üzerinde hegamonya sağlayabilmesinin yolu Avrupa’da Fransa veya Almanya liderliğinde birleşmiş bir Avrupa’nın varlığına ve buradan adım adım ilerleyerek Asya’ya doğru yaklaşmasına bağlıdır. Bu esnada Rusya’yı etkin güç olmaktan çıkarmalı yani bu politikada pasifize etmelidir. Eğer mümkün olmazsa Avrupa’da Fransa-Almanya liderliği desteklenecektir (Avrupa’da Amerika’nın bir çok üs bölgesi mevcuttur). Keza Avrupa Avrasya’nın batı köprübaşı durumundadır.
Amerika, Avrasya’da etkinliği için az önce ortaya konan Avrupa politikası yanında uzak doğu politikasında, Japonya’yı, köprübaşı olacak mahiyette elinde bulundurmalı, ancak Japonya’nın desteklenmesinde kontrollü hareket edilmelidir.
Çin ise, Avrasya hegamonyasında Amerika’ya rakip devletlerden başlıcası olmakla birlikte, tek millet olması özelliği ile mağlup durumdadır. Çünkü, Avrasya üzerindeki hegemonik hareket aynı zamanda değişik etnik grupları bünyesinde barındırabilecek demokratik bir yapı gerektirir. Çin’in ise yeterince demokratik olduğu söylenemez.
İran’ın Azerbeycan ve Türkmenistan istikametindeki yayılmacı politikası Amerika için engel teşkil edecek mahiyette değildir. Bugünlerde de İran üzerinde Amerikan etkisi (kültürü) görülmektedir.
Rusya ise içine düştüğü durum nedeni ile Amerika’nın bugünkü hegamonyacılığına karşı etkili güç olmaktan çıkmıştır (Etkinliğinin olmadığı son Avrupa ve Balkan olaylarından gözlenmektedir). Bölge üzerindeki etkinliğini Kazakistan üzerinden yapma gayretindedir.
Amerika, bu mihverde ilerlerken orta Asya ile kültür iletişimini Türkiye üzerinden yapma gayretinde bulunacaktır. Bu noktada Azerbeycan (üzerindeki Rus ve İran emelleri nedeniyle) kilit noktadadır.
Sonuç olarak : Amerika’nın bugün sahip olduğu sosyo-ekonomik,kültürel,askeri güç ve mevcut demokratik yapısı ayrıca, bugüne kadar izlemiş olduğu jeopolitik çizgi onu dünya devletine tek aday yapmıştır.
Gönderen admin 0 yorum
Büyük Düş Kırıklığı
Yazar : Joseph E. Stiglitz

Dünya Bankası’nda görevli olduğum yıllarda küreselleşmenin bilhassa gelişmekte olan ülkeler ve onun yoksul halkları üzerinde yıkıcı etkilerini gördükten sonra bu kitabı yazmaya karar verdim.

Bir profesör olarak Washington’da görevli olduğum 7 yıl boyunca ekonomik ve sosyal konular üzerinde yoğun bir şekilde çalışma ve araştırma yapma fırsatım oldu. Bu tür konulara yaklaşımda, ideolojileri bir yana bırakıp hislerimizin etkisi altında kalmaksızın olayları tarafsız bir şekilde incelemek ve irdelemek gerektiğine hep inanmışımdır. Gerek Beyaz Saray gerekse Dünya Bankası’nda görevli olduğum yıllarda ise maalesef alınan kararların ideolojik ve politik etkiler altında, sorunları çözmekte başarısız ama yöneticilerin inanç ve çıkarlarına uygun bir tarzda alındığını gördüm.

Bulunan çözüm önerilerinin hemen hepsi bir “şok tedavisi” ve kısa vadede ulaşılacak başarı hedeflerini içeriyordu. Oysa ben 20 yılı aşkın bir süredir Çin’in ekonomi politikalarını izler ve bir danışman olarak tartışırken, hatta daha önceleri bir ekonomi profesörü olarak Kenya üzerinde akademik çalışmalar yürütürken, yazdığım kitaplarda “şok tedavisi” yerine orta ve uzun vadeli, çok yönlü ve tüm kesimlerin nihai refahını amaçlayan ekonomi politikalarını tavsiye ettim. 20 yıldır Çin’de başarıyla uygulanan sabır ve kademeli gelişme tarzını savundum.

Bir tek örnek vermek gerekirse: Özelleştirmeye bir tek şartla taraftarım. O da bu kamu kuruluşları bu sayede daha etkin bir yönetime kavuşarak tüketiciye aynı ürün veya hizmetleri daha ucuza sunabileceklerse.
Gönderen admin 0 yorum
On Yılın Anıları 1950-1960
Kitabın Adı On Yılın Anıları 1950-1960
Kitabın Yazarı Rıfkı Salim BURÇAK
Yayınevi ve Adresi Turhan Kitap Evi - Ankara
Basım Yılı 1998
KİTABIN ÖZETİ

Rıfkı Salim BURÇAK, 1913'te Erzurum'da doğmuş, ilk ve orta öğrenimini aynı şehirde yapmış, daha sonra Mülkiyeyi kazanarak üniversite eğitimini Ankara'da tamamlamıştır. Üniversite eğitimi sonrasında birçok arkadaşıyla birlikte aynı üniversitede öğretim üyeliği görevine geçmiş, uzun yıllar bu görevi sürdürmüştür. 1946'da çok partili rejime geçişle birlikte siyasi hayatında yeni bir dönem başlamıştır. 14 MAYIS 1950'de Demokrat Parti ERZURUM milletvekili seçilmiş, 27 MAYIS 1960 İhtilaline kadar milletvekilliği ve bakanlık yapmıştır.

Kitap, kısa bir yaşam öyküsünden sonra 1950-1960 arasında geçen siyasi olayları anlatmaktadır.

Yazar, kitabının giriş bölümünde ailesinin kimlerden olduğunu, hangi tarihte dünyaya geldiğini, öğrenimini hangi yıllarda nerelerde yaptığını, üniversite eğitimini, askerlik dönemini, öğretim üyeliğine başlamasını ve yurt dışı gezilerinde karşılaştığı ilginç olayları, eşiyle tanışmasını ve evliğini anlatmaktadır.

1950 yılında kendisine yapılan teklifi kabul etmek suretiyle politikaya girmiş ve memleketi olan Erzurum'dan Demokrat Parti milletvekili seçilmiştir. Milletvekili seçilmesiyle birlikte siyaset sahnesinde yer alan kişilerin özelliklerini ve siyasi partilerin görüşlerini farklı bir bakış açısından ele almaktadır.

Siyasi yaşamının başlangıcına ait anılarında, sağlam bir altyapıya ve birikime sahip olması ve sakin kişiliğiyle olaylara yaklaşımının parti içerisinde ön saflarda yer almasına, kısa bir süre sonra da bakan olmasını sağladığı anlatılmaktadır. Bakanlık yaptığı döneme ait anılarında özellikle ihtiyaç duyulan hukuki düzenlemelere önem verdiğini ve kanunlaştırma faaliyetlerinde bulunduğunu ifade etmektedir.

Bakanlıktan ayrılması ve parti idare kurulunda görev yaptığı dönemdeki olaylarda da sakin kişiliğinin ön plana çıktığı görülmekte, zamanın başbakanın hiddetlendiği durumları mantıklı düşünceleriyle yoluna koymasından anlaşılmaktadır.

Anılar başlangıçta yazarın kişiliğini ortaya koymaktadır. Özellikle bakanlık görevini sona erdirinceye kadar yapmış olduğu faaliyetleri anlatmaktadır. Ancak daha sonraki döneme ait anılarda tarafsız kalma çabası içindeki bir gözlemci tavrıyla olaylara bakışı ve değerlendirmeleri yer almaktadır. Bu dönem içinde hükümetin çalışması ve yapılan işler birtakım istatistiki bilgiler şeklinde sunulmaktadır. Yazara göre karşı cephe olarak görülen muhalefet partilerinin durumu ve davranışları, başbakan ve ana muhalefet partisi lideri arasındaki söz düelloları, eleştirel bir gözle anlatılmakta mantıki bir sonuca ulaşma çabası içinde hükümeti haklı çıkaracak değerlendirmeler yapılmaktadır.

On yıllık dönemin en sıkıntılı olduğu 1954 seçimleri ve sonrasında iki büyük partinin liderinin karşılıklı olarak siyasi tansiyonu yükseltmeleri, daha sonra da bir vesile ile düşürmeleri, liderlerin yapmış oldukları konuşmaların zabıtlardan olduğu gibi alınması suretiyle okuyucuya sunulmaktadır. Bunların sonunda yazarın değerlendirmeleri yer almaktadır. Yine aynı dönem içinde yer alan parti içi muhalefetin oluşması ve buna karşı alınan tedbirler geniş yer tutmaktadır. Günümüz siyasi yapısıyla mukayese açısından bu düşünce ve davranışlar önemlidir. Çok partili sisteme geçmekle demokratik yaşamı benimsemiş ve bu yolda mesafe almaya kararlı bir yapının kendi içerisinde demokrasiden uzak tutum ve davranışlara yönelmesi anlatılmasına rağmen bunun siyasi gelecek açısından insanların karamsar olmasına neden olacağı değerlendirmeler arasında yer almamaktadır.

Parti içi disiplinde demokratik yaklaşımdan uzaklaşmanın doğal bir sonucu olarak partiden kopmalar ve partilerin kurulması ve bunların siyasi yaşamdaki etkileri her bir parti için ayrı ayrı ele alınmış ve değerlendirilmiştir. İktidarda geçen süre içinde hükümetin yıpranması ve toplumsal baskının kendisini hissettirmesinin, aslında muhalefet partilerinin özellikle de ana muhalefet partisinin olumsuz propagandaları sonucunda olduğu, gerçekleşen olaylar işaret edilmek suretiyle izah edilmeye çalışılmaktadır. İç ve dış siyasette alınan yol, yazarın olumlu bakış açısından ele alınmakta ve bu konudaki başarılar övülmektedir. O dönemde ABD'nin dünyada süper güç olma politikası Türkiye gibi stratejik öneme sahip bir ülkeyle olan ilişkilerini sıcak tutmasını gerektirmektedir. Bu bakış açısından bakıldığında hangi iktidar olursa olsun böyle bir desteği geri çeviremeyecektir. Dış siyasette meydana gelen gelişmelerde Amerika Birleşik Devletleri'nin desteğinin alınmış olması, iktidarın başarısı olarak sunulmuş olduğu görülmektedir

Yazarın, hükümetin bir başarısı olarak överek anlattığı olaylardan biri de üniversitelere ilişkin yapılan düzenlemelerdir. Yapılan bu düzenlemelerle üniversitelerde öğretim üyeliği yapanların aktif siyasetle ilgilenmeleri engellenmektedir. Böyle bir düzenlemeye neden bu dönemde ihtiyaç duyulduğu hususuna pek girilmeden iktidarı eleştiren öğretim üyelerinin baskı altında tutulmak istendiği anlaşılmaktadır. Üniversitelerin özerkliğinin sağlanmaya çalışılmak istendiği ifade edilmesine rağmen, aslında siyasal çoğulculuk engellenmiştir. Zira bazı profesörlerin siyasi görüşlerinden hareketle üniversitelerden ayrılmaları gerekmiştir.

Türkiye'nin NATO'ya girmesi ve bunun arkasında yer alan hususlar da ilerleyen bölümlerde ele alınmıştır. NATO'ya girdikten sonra Sovyetler Birliği ile olan ilişkilerde de birtakım değişiklikler meydana gelmiş, özellikle Stalin tarafından açıkça yapılan toprak talepleri de bu gelişmeler sonucunda geri alınmıştır. Mısır'daki gergin durum nedeniyle İngiliz-Mısır ilişkilerinde Türkiye'nin oynadığı rol de bu bölümde ortaya konmaktadır.

İktidarla muhalefet arasındaki gergin durum seçimlerin yaklaşmasıyla daha da gergin hale gelmiştir. Muhalefetin büyük umutlarla beklediği, seçim sonuçlarının açıklanmasıyla hüsrana uğradığı, iktidarın da rahat bir nefes aldığı 1954 seçimlerine ilişkin istatistiki bilgiler verilmektedir. Seçimde büyük bir başarı elde eden DP yeni bir dönem için kolları sıvamış, yeni bir kabine ve yeni kanunlarla halkın kendine olan güvenine cevap vermeye çalışmıştır.

Seçimlerden sonraki dönemde liderlerin gerek mecliste, gerek basında yer alan konuşmalarında gerginliği yeniden tırmandırdıkları, zabıtlardan ve basından aynen alınmak suretiyle anlatılmaktadır. Bir süre sonra her iki liderin itidalli konuşmalarıyla gerginliğin yerini bir bahar havası almıştır. Yazarın ikinci bahar havası olarak belirttiği bu döneme ait konuşmalar da aynı şekilde okuyucuya sunulmaktadır.

İktidar-muhalefet arasında cereyan eden konuşmalar ve tartışmalar hiçbir zaman sürekli iyi veya sürekli kötü olmamış, mahalli seçimlerin yaklaşması nedeniyle iyi giden durum tersine dönmüştür. Bu gerginlik döneminde sadece liderlerin değil, partinin diğer mensuplarının da gerginliği tırmandıran konuşmalar yaptıkları görülmektedir.

Dönemin en önemli olaylarından birisi de şüphesiz 6-7 EYLÜL Olayları'dır. Selanik'te Atatürk'ün evinin yakınına konan bombanın patlaması, zaten gergin olan Türk-Yunan ilişkilerinin kopmasına neden olmuştur. Bununla birlikte İstanbul'da bir grubun Selanik'teki olayların provokasyonuyla gösteri yapması ve olay çıkarması hükümeti zor duruma düşürmüştür. Ancak bu olayların çıkarılmasında hükümetin parmağı olduğu şeklindeki iddialar yazar tarafından bazı deliller gösterilmek suretiyle çürütülmektedir. Olaylar sadece İstanbul'u sarsmamış, hükümette de birtakım değişikliklere neden olmuştur.

Yazar DP'nin iç çatışmalarını da açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Yaptığı değerlendirmelerde objektif olduğu görülmektedir. Partinin gelişmesi ve hakim bir konuma gelmesiyle parti içinde lidere tâbi olma yerine parti içi muhalefetin arttığı yapılan değerlendirmelerden anlaşılmaktadır. Disiplinli parti yapısında olan DP, parti içi muhalefete tahammül gösterememiş ve partiden kopmalar yaşanmıştır. Yazarın ifadesiyle, bu kopmalar partiyi zayıflatmamış, aksine daha da güçlendirmiştir. Kopmalar sonucunda yeni partilerin kurulması kaçınılmazdır. Nitekim DP'den kopanların büyük bir kısmının yeni parti kurdukları, kalanların ise zaman içinde bu partilere katıldıkları ifade edilmektedir.

Parti içindeki bu huzursuzlukların ihtilale kadar da devam ettiği yazar tarafından geniş şekilde ele alınmaktadır. Bu yönüyle bakıldığında, Cumhuriyet döneminde kurulan her partinin yapısının aşağı yukarı aynı olduğu gerçeğinden hareketle her siyasi partinin kendisine önemli dersler çıkarması gereken değerlendirmeler bulunmaktadır.
İhtilalin ayak seslerinin duyulmaya başlandığı dönemde ihtilali engelleyecek tedbirlerin alınmaması, birçok olayın gerçekleşmesi ve nihayetinde ihtilalin yapılmasını farklı bir pencereden ele alan yazar, ihtilalin kendisinde bıraktığı olumsuz etkileri de geniş bir şekilde açıklamaktadır. İhtilal öncesi yaşananların iktidar tarafından neden iyi değerlendirilemediğini, iktidarda olmalarına rağmen bazı bakan ve milletvekillerinin askerlerle olan ilişkilerini eleştirel bir gözle ortaya koymaktadır. İhtilalden sonrasını ise tam bir kabus olarak açıklamakta, çok büyük haksızlıklara uğranıldığını, davranışların insani olmaktan uzak olduğunu, bunun da DP için eziyet anlamına geldiğini açıkça ifade etmektedir.

Kitabın tamamı ele alındığında, uzun bir ömrün küçük bir kısmı olmasına rağmen 1950-1960 yılları arasında geçen on yılın çok önemli olaylarını yaşamış olmanın verdiği yorgunluk kendini göstermektedir. Kendi bakış açısından on yıllık dönemi okuyucuya sunmaya çalışırken zaman zaman objektif değerlendirmeler yapıldığı da görülmektedir. Zira kendisi de bu on yılın sonunda birçok acıya göğüs germek zorunda kalmıştır. Kitabın, taraflı tarafsız yazılıp yazılmadığına bakılmadan, o döneme ait çok az eser bulunması nedeniyle, yakın tarih konusuna ilgi duyanların mutlaka okuması gereken bir eser olduğu değerlendirilmektedir.
Gönderen admin 0 yorum
Türk Kadınının Dünü Ve Bugünü
Kitabın Adı Türk Kadınının Dünü Ve Bugünü
Kitabın Yazarı Prof.Dr. Emel DOĞRAMACI
Yayınevi ve Adresi Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara
Basım Yılı 1997
KİTABIN ÖZETİ

Prof. Dr. Emel Doğramacı kitabının sunuş bölümünde şunları belirtmektedir:

"Ülkemizde, özellikle seksen ve doksanlı yıllarda oldukça fazla düzeyde ele alınan kadın-erkek ikilemi ve öncelikle kadın sorunları konusu, bugün artık çağdaş düzeyde kadının toplumda aldığı ve alabileceği roller üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Bu amaçla "Türkiye'de Kadının Dünü ve Bugünü" adlı kitabımın üçüncü basımımda, Türkiye'de kadının tarihsel süreç içindeki yeri ile birlikte, günümüzdeki durumu ve geleceği yönünden elde edilen son bilgileri ve istatistiksel verileri ilave ederek işlemeyi uygun buldum. Buradaki gerekçem, kadının dünya perspektifindeki gelişme ve uygulamalarının hızlı ve gerçekçi olmasındandır.
Bu eserde, günümüz siyasal ve sosyal hayatın gündeminde oldukça kendinden söz ettiren laiklik ilkesi ile birlikte, çağdaşlık, modern kadın olgusu ve bunların bir sentezini ayrı bir bölüm olarak bulacaksınız."

1995'ten bu yana Doğu Akdeniz Üniversitesi'nde görev yapan Prof. Dr. Emel DOĞRAMACI'nın "Türkiye'de Kadının Dünü ve Bugünü" adlı kitabı altı bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Türk kadın haklarının tarihsel gelişimi üzerinde duran yazar, bu bölümde tarihsel süreç içinde Türk kadının farklılıklar gösteren konumuyla ilgili ayrıntılara yer vermektedir. 1923'te Cumhuriyet'in ilanı ile başlayan, 1926 yılında şeriatın ortadan kalkmasından sonra yeni Medeni Kanun'un kabulü ile devam eden ve 1935'e, Türk kadınının "erkeğin sosyal yaşamının her alanındaki görevlerine yardım edip her şeyi yapabileceği" fikrinin kabulüne dek bu süreç incelenmektedir. İkinci bölümde kadının Osmanlı Devleti'ndeki genel görümü üzerinde duran yazar, Osmanlı Devletindeki hükümdarların ve devlet adamlarının eğitime çok önem verdiklerini, medrese öğrenimi yapısını, Padişah kızlarına sarayda kuma yazma öğretildiği, Kız Teknik okullarının 19.yy'da açılması, kız öğrenciler için ilk üniversitenin 12 Eylül 1914'te "İnas Darü'l-Fünun" adıyla açılması gibi detayların üzerinde durmaktadır. Yazar üçüncü bölümde Türk Edebiyatı'nda kadının nasıl işlendiği üzeride durmaktadır. Namık Kemal, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halide Edip Adıvar ve Ziya Gökalp gibi yazarların çeşitli eserlerinden örneklerle bu ayrıntılar anlatılmaktadır.
Prof. Dr. Emel DOĞRAMACI kitabının dördüncü bölümünü Cumhuriyet dönemindeki Türk kadınını anlatmaya ayırmıştır. Bu bölümde kadının teokratik Osmanlı toplumunda kadının toplumsal yaşamda bir yeri ve değerinin olmadığı, kadına modern Türk toplumunda değer verilmeye Atatürk ilke ve inkılaplarıyla başlanıldığı, kadının medeni durumu ile ilgili istatistiksel bilgiler, 1922 yılında Büyük Önder Atatürk'ün Bursa Öğretmenler birliğine yaptığı konuşma, 1926 yılında tüm okulların kapılarının kız öğrencilere açılışı, yükseköğretim kurumlarına kayıt olan kız öğrenci sayılarında Cumhuriyetten günümüze devam eden artış, yaygın eğitimde kadının yeri, 1981-84, 1985-86, 1986-87 yılları arasında Okuma yazma kampanyası, çıraklık ve yetişkin eğitimi kursuna katılan kadınların yaş ortalamasıyla ilgili istatistiksel bilgiler, halk eğitim kurslarına katılanların eğitim düzeylerine göre dağılımı ile bilgiler verilmektedir. Buna ilave olarak, kadının ekonomik hayata katılımı konusunda Cumhuriyet dönemine kadar kadının eğitim ve öğretim imkanlarının kısıtlı olması, kadının ev dışında çalışmasının aile yaşamını bozacağı gibi yanlış inançlar yüzünden meslek sahibi olma, ekonomik hayata aktif katılımları ve her iki cinsin eşit şartlarda rekabet edebilmelerinin imkansız olması üzerinde durulmuştur. Cumhuriyet döneminde sosyal hayata katılan kadınların öncelikle öğretmenlik mesleğinde olmalarına dikkat çekilmektedir. Bu arada kadın öğretmen sayısı ile ilgili istatistiksel bilgiler verilmektedir. Tarım, endüstri ve hizmet sektöründe çalışan kadın işgücü ile ilgili bilgiler üzerinde durulmaktadır. Kitabının beşinci bölümünde Prof. Dr. E. DOĞRAMACI laiklik ve çağdaş Türk kadınının doğuşu, kadına her alanda erkekle eşit şekilde öğrenim görme imkanı tanınması, Atatürk'ün bundaki büyük rolü üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmaktadır. Kitabın son bölümünü Atatürk'ün Türk kadını ile ilgili görüşlerine ayırmış olan yazar, büyük önderin bu konuda söylediği sözler ve yaptığı konuşmaları derlemiş ve 1. Atatürk'e göre kadının anlamı, 2. Türk kadının yeri ve görevi, 3. Milli mücadelede Türk kadını, 4. Kadın hukukunda inkılap ihtiyacı, 5. Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanınması, 6. Kadın kıyafetinde inkılap, 7. Türk kadınının bilgi sahibi olması, 8. Türk kadını ve dünya barışı, 9. Türk kadını ve fazilet unsuru, 10. Türk kadını ve güzellik, 11. Eğitimin önemi ve milli eğitim, 12. Milli mücadele ve Türk milleti, 13. Kültür Ordusu, 14. İnkılabın tarifi, 15. Türk devriminin kısa ifadesi, 16. İnkılaplar ve plebisit, 17. Laiklik hakkında konu başlıkları altında sıralamıştır
Gönderen admin 0 yorum
Ada
KİTABIN ADI Ada KİTABIN YAZARI Aldous HUXLEY ÇEVİREN Seriha AKAY YAYINEVİ VE ADRESİ Yol Yayınları 1983 Ayrıntı Yayınları 1999 KİTABIN YAYIM MAKSADI Yazarın ömrü boyu arayış içerisinde olduğu iç huzuru Zen Budiziminde nasıl buluduğunu ütopik bir tarzda anlatmak amacıyla yayınlanmış bir kitap. KİTABIN ÖZETİ :
Kitabın kahramanı Will Farnaby gazetecilik yapan aynı zamanda işi dolaysıyla dolaştığı yerlerde patronunun işlerini de takip eden birisidir. Patronu petrolden bankacılığa gazete patronluğuna kadar uzanan geniş bir şirketler topluluğu yönetmektedir.
Will Farnaby karısıyla birkaç yıllık evlidir ve evliliklerinin ilk aylarından beri karısını aldatmaktadır. Mutlu olmadığını anlar ve karısını terk etmeye karar verir. Bu durumu karısı öğrenince arabasına atlar ve evi terk eder. Dikkati dağılan ve aşırı sürat yapan kadın kaza yapar ölür. Bu durumda karısının araba kullanmasına izin verdiği için suçluluk hisseder.
Will Farnaby geçirdiği deniz kazası sonucu kendini bitkin bir halde Pala adında bir adanın kıyılarında bulur. Küçük bir kız tarafından kurtarılır, ilk meditasyonla bu kız sayesinde tanışır, bu ada özgün bir yönetime, özgün geleneklere sahip, Zen Budizmine inanılan, teklenojinin henüz istila etmediği, ordusu olmayan, barış içerisinde yaşayan, tropikal bir adadır. Will gördüğü bu ilk meditasyonla (Metafiziğin) ve doğu mistiğinin büyüsüne kapılır.
Pala’ da; kızlara ve erkeklere küçük yaşlardan itibaren özgürlük tanınır, aralarında ilişkiler kurmalarına karışılmaz hatta, kadınlarla kadınların, erkeklerle erkeklerin aralarındaki ilişkiler yadırganmaz, seksin her türü doğal ve varoluşun bir sonucu olarak görülür, çiftler arasında sahiplenme yoktur. Evlilik vardır fakat çocuklar KEEK denen bir yapı içerisinde bir çok anne babaya sahip olurlar bu yapıda 20-30 aile bulunur, her yaştan çiftler çocuklara annelik babalık yaparlar, onlara göre çocuklar kısır bir döngü içerisinde değil, bir çok değişik insanla tanışarak, onlardan yeni şeyler öğrenerek bir çok anne babaya sığınarak büyürler.
Pala’ da; Budizmin bir kolu olan ve kuzey Budizminin büyük kurtuluş yolu Budizmin farklılaşmış ve gelişmiş biçimi olarak kabul edilen
“Mahayana” ya inanılır. Kuzey Budizminin özelliği yaşamın içerisinde insanın kendinde mirvanaya ulaştığı inancıdır. Fakat Pala’daki budizm aynı zamanda “Tantra” denilen hinduizim bir koluda mahayanayla birlikte iç içe yaşanmaktadır. Tantraya göre tutkulardan kurtulmanın doğru ve en kestirme yolu isteklere karşı koymak yerine istekleri doygunlaştırmak olduğunu savunur. Bu doktirinde cinsel imgeler önemli yer tutar. İki doktirinin birleştirilmesiyle yoga metotlar geliştiren halk maithuna denilen yoga türüyle, hipnotizmayla doğum kontrolü bazı hastalıkların tedavisi zihinsel temizlenme sağlarlar. Onlara göre yoga insanların zihnini temizler ve tanrıyı akıllarıyla sevmelerine yardım eder.
Will deniz kıyısında bulunduktan sonra hastaneye kaldırılır, burada palanın renkli simalarıyla tanışır. Bir aydın olan doktorla, gelini Sulisa ile tanışır Sulisa dul bir kadındır. Kocasını kaybedeli birkaç ay olmuştur ve henüz yalnızlığa alışamamaştır. Benzer durumları Will ile aralarında bir yakınlaşma doğurur. Raca ve annesi ile üniversiteli aydın bir genç ve sevgilisi hemşire ile Albayla konsolosta tanışır. Sulisa’ dan meditasyon dersleri almaya başlar. Meditasyonu bir aracı olarak kullanan makşa ilacını tanır, görsel ve işitsel sanrılar, uza duyum, uzagörüm, para pisikolojik tepki gösterilmeyen tepkilerin ön mistik gülünçlükten uzak tam bir mistik yaşam deneyimi olan meditasyonel uyuşturucu sayesinde meditasyonun bir sürü değişik şekliyle tanışır öğrenir. Aradığı iç huzuru burada bu insanlardan öğrendikleriyle bulur. Tün doğmaların, tüm görüşleri, medeniyeti red eder. bunların olayı nasıl yok ettiğine şahit olur. Ömür boyu aradığı aşkı seksi Sulisa’ da bulur. Maitrea budayı (geleceği söylenen kurtarıcı buda) beklemeye başlar. Bunları yaşarken aynı zamanda kısa bir süre sonra palanı yönetimine sahip olacak 18 yaşına bir kaç gün kalan racanın hayellerinin Pala’nın geleceğini nasıl karartacağını tropikal bir adanın sahip olduğu petrol kaynaklarının bu adanın nasıl sonunu hazırladığına dış dünyanın petrol uğruna Pala üzerinde oynadıkları oyunlara genç Raca’nın teklonoji ile nasıl kandırıldığını silahlanmaya kısacası Pala’nın dış dünyadan nasıl etkilendiğini şahit olur.
Will Farnaby mutluluğun teklonoji kentleşme silahlanma para tarafından nasıl yok edildiğini görür. İnsanın kendi kendi ile nasıl barışacağını öğrenir iç huzuru öğrenir.
Etiketler:
Gönderen admin 0 yorum
Hoşçakal Büyükanne
Kitabın yazarı, kitaba konu olan Danina Petroskova’nın tek çocuğu olan kızının evliliği sonucu dünyaya gelen Danielle Steele’dir.

Danielle Steele Amerika’da dünyaya gelmiştir. Annesi 44 yaşında gözlerini kapamış, kalp hastası 65 yaşındaki babası annesinin ölümünden bir yıl sonra annesinin en iyi arkadaşı ile evlenmiştir. Danielle Steele evli, 3 çocuk annesi, mutlu bir ev hanımıdır. Yazar kitaba konu olan büyükannesi Danina Petroskova’nın hayatını yazmaya, 90 yaşında hayata veda eden bu kadından kendisine kalan tek hatıra olan bir kutuyu alması ve onun ölümünden 10 gün sonra açmasıyla başlar.

Kitabın ön sözünde, hemen hemen hepimizin hiç aldırmadığı ve hatta varlığını bile yadsıdığı bir gerçek yüzümüze vurulur, o da hayatımızda yerleri olan insanların, hayatlarının bizim onlara verdiğimiz yer kadar olduğunu zannetmemiz, daha doğrusu öyle olduğunu düşünmek istememiz hatasıdır. Yazar, büyükanne Dan’i ölünceye kadar çok güzel balalayka çalabilen, bir o kadar da güzel şarkı söyleyebilen, oyun kağıtlarıyla birçok numaralar yapabilen ve enfes kurabiyeler pişirebilen yaşlı bir kadın olarak düşünür ve kendisinin görmediği, kendisine anlatılmayan bir hayatı olduğunu aklından bile geçirmez. Oysa büyükanne Dan, okuduğu mektuplardaki o ünlü prima Danina Petroskova’nın ta kendisidir; hayatı zorluk, hırs, sanat ve bale dolu, Rus Devrimini yaşamış, unutulmaz aşkı tatmış o zarafet abidesi, güzeller güzeli Danina’dır.

Kitap Danina Petroskova’nın hayatını; ilginç ve çarpıcı yönleriyle okuyucuya en yalın haliyle sunan ve bir çırpıda bitirilebilecek bir kitaptır. Bu özette kitapta anlatılan olayların önemli olanlarını birkaç satıra sığdırmaya çalışarak bu şahsiyetin hayatını ana hatlarıyla aktarmaya çalışılmaktadır.

Danina Petroskova, 1895 yılında Moskova’da doğmuştur. 4 ağabeyi vardır. Annesini henüz 5 yaşındayken tifodan kaybeder. Bir Rus askeri olan babası kızının bakımı için bir bakıcı tutar. Ama bu ancak 2 yıl sürer ve buna kesin bir çözüm bulma arayışına giren babası sonunda kızını onun hayatında bir dönüm noktası olan St. Petersburg’daki bale okuluna vermeye kara verir. Okulun müdiresi Madam Markova adında sert, disiplinli, hayatını baleye adamış yalnız bir kadındır. Danina kısa sürede okula, arkadaşlarına ve baleye ısınır. Hatta ilerleyen yıllarda bale onun tek yaşama sevinci ve coşku kaynağı haline gelmiş, hayatında başka hiçbir şeye yer bırakmayacak şekilde hayatını doldurmuştur. Bunda Madam Markova’nın payı da büyüktür, çünkü o da hayatını baleye adamış, hayatına başka hiçbir şeyi sokmamış bir insandır; o derece ki bale ile arasına herhangi bir şeyin girmesinin, bu aşk da olabilir, bir balerinin bale hayatının sonu olduğuna inanır ve bütün öğrencilerine her zaman bunu aşılamaya, daha doğrusu kabul ettirmeye çalışır.

Danina henüz 14 yaşındayken Coppelia isimli oyunla öğrenci olmaktan çıkmış ve ekibin bir üyesi olmuştur. Baleye yatkınlığı ve tekniği ile vücudunun muhteşem uyumu başta hocası olmak üzere bütün seyredenleri hayran etmektedir. İlerleyen yıllarda Uyuyan Güzel ve Leylak Perisi’nde oynar. 17 yaşına geldiğinde tam bir balerin olmuş ve Kuğu Gölü’nde oynamıştır. Bu oyundaki performansı Çariçe ve kızlarını da etkilemiş ve hayran bırakmıştır. Çariçenin isteği üzerine Danina 1914 yılı Nisanında 19 yaşındayken, Çar’ın kış sarayında özel bir gösteri yapar. Bun Çar’ın Peterhorf’taki villasında dans etmesi teklifi takip eder. Bu davetle Çar ve ailesiyle tanışma fırsatını yakalayan Danina, Çar ailesinin bütün fertlerince sevgi ve yakınlıkla karşılanır. Bu aileyle aralarında sevgi bağı o davette filizlenmeye başlamıştır. Özellikle Çarın 9 yaşındaki küçük oğlunun Danina’ya olan hayranlığı ve sevgisi herkes tarafından bilinmektedir.

1 Ağustos 1914’de Almanya Rusya’ya savaş ilan eder. Bu savaş kimsenin sonunu bilmediği, Rusya’ya çok pahalıya mal olacak sonuçlar getirecek ve Danina’dan pekçok şeyi alıp götürecektir. Savaşın başlamasıyla Danina’nın hayatında değişen tek şey babasının ve ağabeylerinin cepheye gidişidir.

1914’ü 1915’e bağlayan Noel arifesinde Danina yine her zamanki günlük 14 saate varan antrenmanında bayılır. Bu ilk kez olmaktadır. Haftalarca kendine gelmeden yatar, kimsenin elinden bir şey gelmemektedir. Sonunda Madam Markova Çar’dan yardım istemeye karar verir. Çar ve ailesinin ona olan sevgisini bilmektedir. Çar hemen saray doktorlarından Nikolai Obrajensky’i gönderir. Doktorun da yapabileceği pek bir şey yoktur, Danina’nın rahatsızlığı Rusya’yı kasıp kavuran, zatürreeye çeviren bir grip türü olan enfluenzadır. Yapabilecekleri tek şey dua etmek ve sürekli olarak Danina’nın vücut ısısını düşürmek için ıslak bezle silmektir. Danina kendisine gelene kadar doktor onun yanından ayrılmaz. Kendisine geldiğinde ise doktor saraydaki işinin başına döner. Danina için bu hastalık balenin sonu anlamına gelmektedir. Hayati tehlikeyi atlatmış fakat vücudu çok yıpranmıştır. O eski Dania olmak hiç de kolay olmayacaktı.

Bir gün Çar’dan Danina’nın tedavisi için saraya gelmesi yönünde bir davet gelir. Bu mutluluk ve onur verici bir davettir. Fakat Danina öyle düşünmez; uzaklara, arkadaşlarından ayrı yeni bir yere gitmek onu korkutmaktadır. Zorla ikna edilebilir ve tedavisinin daha iyi yapılabilmesi için saraya götürülür. Bu tedavi süreci yaklaşık 4 ay sürecek ve sarayın doktoru Nikolai ile aralarında bir yakınlaşmanın, aşkın filizlerini vereceği bir dönem olacaktır. Doktor bir İngiliz ile evli, iki çocuk babası, asil ve Çar ailesi tarafından sevilen ve değer verilen biridir. Ne yazık ki mutsuz bir evliliği vardır. Mutluluğu Danina’nın o tertemiz yüreğinde bulmuş, sonu olmayan bir yolculuğa hem kendisini, hem de Danina’yı dahil etmiştir. Bu yasak aşk Danina’nın baleye olan tutkusunu azaltmıştır. Fakat sarayda geçirilen o aylar hem Danina’nın hem de Nikolai’ın hayatlarındaki en güzel günler olarak kalacaktır. Danina tamamen iyileşmeye başladığında, ayrılık zamanının yakın olduğunu her ikisi de anlar ve bir çare aramaya başlarlar. Vardıkları karar Nikolai’ın karısından ayrılması ve Danina ile evlenmesidir. Bu oluncaya kadar Danina bütün gerçeği herkesten, özellikle hocasından saklayacak ve dansa devam edecek, zamanı geldiğinde de ayrılacaktır.

Okula döndüğünde hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını görür. Eskisi gibi dans edememekte, kollarına ve bacaklarına söz geçirememektedir. Bunu hocası da fark eder, fakat sebebinin fiziksel değil ruhsal olduğunu anlamıştır ve sürekli olarak Danina’nın üstüne gelmeye ve onu, kim olduğunu bilmediği o erkekten uzaklaştırmaya çalışmakta, hayatı Danina için çekilmez bir hale sokmaktadır. Yine bu sıralarda ağabeylerinden birinin ölüm haberi ile yıkılır Danina. Nikolai da karısını İngiltere’ye dönmeye ve kendisinden ayrılmaya ikna edemez. Karısı Nikolai’ın ilişkisini öğrenmiş ve bunu Nikolai’ı sevdiğinden değil fakat bir gurur meselesi haline getirmiş olduğundan dolayı kabul etmemektedir. Hayat her ikisi için de çekilmez ve içinden çıkılmaz bir hal alır.

Danina, saraydan dönüşünün üstünden daha iki ay geçmeden yine rahatsızlanır ve yataklara düşer; gene onun yardımına koşan Nikolai olur. Muayene sonucu Danina’nın hamile olduğunu fark eder. Bunu kimseye sezdirmez ve yalnızca Danina’ya söyler. Şimdi de hayatlarına zamansız bir çocuk girmiş, işler iyice çığırından çıkmaya başlamıştır. Her ikisi de bu durumda ne yapacaklarını bilemez, çaresizce çabalamaya başlarlar. Nikolai, Danina’ya kendisinin bir çözüm bulacağını söyler ve saraydaki görevine döner. Çar’ın küçük oğlu da hasta olduğundan saraydan ayrılması epey güçleşmiştir. Danina da duruma kendince çözümler aramaktadır. Bir arkadaşının bu zamansız çocuğu aldırmak yönündeki teklifi aklını çeler ve şehrin kuytu bir köşesinde, pisliğin hüküm sürdüğü bir yerde, bunu herkesten gizlice yapar. Kendisine yardımcı olan gerçek bir doktor değildir pek tabi hayat garantisi de veremez. Danina müdahalenin akşamı fenalaşır ve ölümle yine yüz yüze gelir. Bu sefer öleceğine kesin inanmıştır ve bunun en iyi çözüm olacağını düşünmektedir. Her zaman olduğu gibi yardımına ilk koşan Nikolai olur, durumu anlayınca artık kesin bir çözüm bulmak gerektiğine kanaat getirir.

Bütün bu olup bitenden Çar’ın ve Çariçe’nin haberdar olamaması da imkansızdır; fakat onlar olay bir skandala dönüşmediği sürece bu iki şahane insanın hayatlarını korumaya ve engellememeye kararlıydılar, nitekim de öyle yaparlar. Bu olaylar gelişirken savaş bütün hızıyla devam etmektedir ve Danina diğer kardeşlerinin ölüm haberlerini de alır ve büsbütün yıkılır. Kendisini toparlaması uzun zaman alır. Bu arda hala Madam Markova’nın ısrarlarına rağmen hayatının mutluluk fırsatı olan Nikolai’dan vazgeçmemekte, fakat baleye de daha bir kuvvetlice sarılmaktadır. Öyle ki ilerleyen günlerde Danina eski Danina’dan daha iyi dans eder hale gelmiş, yine prima olmuştur. Madam Markova da Nikolai ile görüşmelerinde onları eskisi kadar mutlu görmediğinden ayrılmalarının yakın olduğunu hisseder ve Danina’nın üstüne daha fazla gitmez; oysa yanılmaktadır.

Savaş bütün hızıyla devam ederken Danina ve Nikolai Çar’ın davetleriyle buluşur, mutlu birkaç hafta geçirdikten sonra tekrar dayanılmaz hayatlarına geri dönerler. Bir de Rusya’da 1917 başlarında devrim söylentileri başlamıştır, ki bu herkesi rahatsız etmektedir. Nikolai durumun ciddiyetini anlamış ve kesin kararını vermiştir. Beraber Nikolai’ın Amerika Vermont’daki kuzeninin yanına kaçacak ve kendilerine yeni bir hayat kuracaklardır. Bunun için Nikolai kendi üstüne düşeni yapmaya hazırdır. Konuyu Danina’ya açtığında, Danina her zamanki çocuksu tavrıyla bunu korkuyla karşılamış ve karşı çıkmıştır.

Bütün sevdiklerini ve baleyi nasıl bırakıp dünyanın öbür ucuna bir adamla evlenmek için gidecektir? Danina direttikçe Nikolai durumun vahametini açıklamaya ve onu ikna etmeye çalışır. Söylentiler çığ gibi büyümeye, artık devrim kelimesi sokaklarda dolaşmaya başlamıştır. Bu yakında olacak devrimin ayak sesleridir. Danina da bunun farkına varmıştır ama hala istememekte, baleye ve dansa devam ederek başka bir çıkış yolu düşünmektedir. Danina konuyu babasına açtığında babası da kızının Rusya’yı terk etmesinin iyi olacağını söyler.

Bu sıralarda Danina yine bir prova esnasında amansızca düşüp ayak bileğini kırar ve bale hayatı o an biter. Artık onu oraya bağlayan hiçbir şey kalmamıştır ve gitmeyi kabul eder. Bu sırada beklenen devrim gerçekleşmiş, Çar ve ailesi gözlem altına alınmış, saraya bütün giriş çıkışlar durdurulmuştur. Nikolai bir yolunu bulup Danina’yı görmeye gelebilmiş ve ona gidecekleri geminin biletini almasını söylemiştir. Nikolai Çar’ın ailesine olan minnet borcunu bu zor dönemde yanlarında kalarak, onlar Çar’ın İngiltere’deki kuzenine gönderilinceye kadar refakat ederek ödemek istemektedir. Danina biletleri alıp beklemeye koyulur. Günler geçer ve Çar’ın ailesinin durumu netleşmediğinden gidişleri sürekli ertelenir. Bu sırada Danina babasının ve son ağabeyinin de öldüğü haberi ile yıkılır. Bir gün Nikolai gelip ona Amerika’ya yalnız gitmesini, kendisinin Çar’ın ailesiyle Sibirya’ya gideceğini, onları oraya bırakıp geri dönüp arkasından Amerika’ya geleceğini söyler ve söylediğini de yapar. Danina ile geçirdiği birkaç günden sonra onu gemi ile uğurlar ve saraya geri döner.

Danina Vermont’da Nikolai’ın kuzeninin yanına yerleşmesinden sonra iki hafta geçmiştir ki Çar’ın ve ailesinin ve tabii ki Nikolai’ın da idam edildiği haberini alır. Aradan geçen 11 aydan sonra Nikolai’ın kuzeniyle evlenir ve hayata yeniden başlar.

ECBanner bloggping TurkeyRank.Com - Pagerank Servisi pagerankonline.de - Pagerank Anzeige ohne Toolbar On our way to 1,000,000 rss feeds - millionrss.com
Seo Memurvadisi Backlink Austausch ECBannerFree Automatic Backlinks Free Automatic Backlinks Free Automatic BacklinksFree Automatic Backlinks Free Automatic BacklinksFree Automatic Backlinks
Bu sitedeki yazılar telif hakkları göz önüne alınarak yayınlanmaktadır. Kaynak göstermeksizin Tamamı veya Bir Kısmının KOPYALANMASI YASAKTIR. yayınlanan bu makale ve eserlerin hak sahipleri herhangibir nedenle telif hakkı idda ederlerse ve bizce uygun görülmesi halinde (gerçeklik esası olması dahilinde) bize lütfen mail atsınlar (ozkan@mail.nu) en kısa sürede eserleriniz sitemizden kaldırlır. © 2008 www.odeveson.blogspot.com